tarihtekilerden  
 
  İslamiyet Sonrası Dönem 03.07.2024 15:42 (UTC)
   
 

Karahanlılar

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Karahanlılar (Farsça: قراخانيان Qarākhānīyān ya da خاقانيه Khakānīya), 942 - 1212 yılları arasında Orta Asya ve günümüz Doğu Türkistan toprakları üzerinde hüküm sürmüş Türk devletidir.

Bazı tarihi kaynaklarda bu Krallık, İlekhan Krallığını olur, bulunan maden paraların bir çoğunda tipik "İlek (Iilik, elik, vs)" bir sözü vardır, İslâmi kaynaklarda, örneğin Ali ibn el-Esir o hanedanın ismini, al-Hāqaniya, al-Hāniya veya al-Āfrāsiyā diye tanımlamıştır.[1] Eşzamanlı edebiyat kaynaklarda genellikle hanedan ismi Kağaniye (Ḵāqāniya) (Ḵağan [yurdu]), al-Moluk al-Ḵāniya al-Atrāk veya Āl-e Afrāsiāb (Afrasiab ailesi, hanedanı; Şehname'deki Turan kralı) denilmiştir.[2]

İsim Kökeni [değiştir]

Devletin adı Kara ve Han iki Türkçe kelimesinden oluşmuştur. "Kara", Türkçe'de siyahı, soyluluğu gösterir ve "Han", doğrusu Kağan, yöneticilere verilen Tanhu, Hakan, Yabgu, ve İlbey gibi Türkçe bir unvandır. Prof. Omeljan Pritsak, meseleyi daha başka açıdan ele alarak izah etmiştir. Türklerde Kara, Kızıl, Ak ve Gök, dört yönü temsil etmektedir. Kara, kuzey tarafını gösterir ve ekseri şehirlerde ayrı olarak bu yönlerin kapılarının isimleri vardır. Belh'in kuzey, yani Kara'nın yönü (tarafı) Türk kapısıdır. Güney kapısı Hind, batı kapısı Yahudi, doğu kapısı ise Çin kapısıdır. Kara aynı zamanda kuvvetli, cebbar ve cesur demektir. Bu bakımdan bu ismi almış olmalıdırlar. Gazneli Mahmud'a Çinlilerin verdiği "Karahan" tabiri de aynı mânâda olmalıdır. "Kara", azamet yükseklik ve üs-tünlük demektir.[3] Meselâ Türk ülkelerinden en doğudan batıya kadar raslanan karasular, hep gür, coşkun su ve nehirlere verilmiştir.

Siyasi Tarih [değiştir]

İslamiyet'i topluca kabul eden ilk Türk devletidir. Kurucusu Bilge Kül Kadir Han, Müslüman olduktan sonra adını da Abdülkerim Satuk Buğra Han olarak değiştirmiştir. Satuk Buğra Han 955 (Hîcrî 344) yılında Kaşgarlı Mahmut'un Divân-ı Lügati't-Türk'te " اَرتُج artuç: Ardıç. Kaşgar'da bu adta iki köy vardır."[4] diye bahsettiği altın Artuç köyünde gömülmüştür.[5] O zamanlar Kaşgar'ın kuzeyinde iki tane Artuç (Atuş, Artux) isminde köy vardı, birisinin adı altın[6] Artuç (Atuş, Artux), ikincisi üst Artuç (Atuş, Artux)'dır.

Karahanlı Tarihi [değiştir]

Tarihi kaynaklar,birbirleri ile fazlasıyla ters düşer, Karahanlı Devletinin ilk Hanı, tarihi ve kurucu kim olduğu, daima tartışılmıştır. Karahanlı devleti İslam'la ilgilidir ve tüm kaynaklar aynı kişiye yani Satuk Buğra Han'a odaklanmıştır. Sadece bir tarihçi, Abu’l-Futub ‘Abd al-Ghafir bin Husayn al-Alma’i, ki Hicri beşinci yüzyılda Kaşgar'da yaşamış, o Tarikh Kashghar şehir tarihi yazmış ve Satuk Buğra Han'ın din değiştirdiğini anlatır. Ancak, bu ilk metin el yazması kaybedilmiş ve sadece kısmen tekrar 14. yüzyılın başında Jamal Qarshi tarafından Mulhaqat al-Surah isminde kitabında yeniden yazılmıştır. Bir başka kaynak 1889 yılı içinde bulunan Çağatayca dilinin son kısmına ait Buğra Han hatıralarıdır (Tazkirah Buğra Han). 17. yüzyıldan kalma bir başka el yazması kopyası bulunur.

Kuruluş dönemi ile ilgili pek fazla bilgi bulunmayan Karahanlılar Devleti, Karluk, Çiğil, Yağma ve diğer Türk boylarından oluşmuştur.

Devlet, 840 yılında Uygur Devleti'nin, Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla Bilge Kül kadir han tarafından kurulmuştur. 893 yılında Kaşgar devletin başkenti olmuştur.

Bilge Hüsamettin Han'dan sonra devleti oğulları, Bazır Arslan Han ve Oğulçak Kadir Han yönetmişlerdir. Balasagun ve Taraz merkezli iki ana idari bölgeye ayrılan devlette; Bazır Arslan Han, Balasagun'da Büyük Kağan olarak ve Oğulçak Kadir Han Taraz'da Ortak Kağan olarak yönetimi paylaşmışlardır.

10. yüzyıl sonlarında Oğulçak Kadır Han'ın yeğeni Satuk'un (Satuk Buğra Han) savaş halinde bulundukları Samanî sığınmacıların etkisi ile İslam'ı kabul etmesi devletin tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. İslam'ı kabulunden sonra Abdülkerim adını alan Satuk Han, devletin sürekli savaş halinde olduğu Samanîler'den de aldığı destek ile amcasına karşı mücadele ederek devletin yönetimini ele geçirmiştir.

İslamiyet'i devlet dini olarak benimseyen Satuk Han döneminde Karahanlı Devleti'nin tamamına yakın bir bölümü bu dine geçmiştir. Karahanlı Devleti ilk Müslüman Türk devleti olmuştur. Halife "Nasr Bin Ali" döneminde Abbasiler Karahanlıları Müslüman ülkesi olarak tanımıştır. Samanoğulları ile itilafta olan Karahanlılar, Gaznelileri destekleyerek Samanoğulları Devleti'ni yıkmıştır. Gazneliler ile Ceyhun nehri sınır olarak belirlenmiştir...

Devlet 1042 yılında hanedan içindeki kavgalar sonucunda Doğu ve Batı Karahanlı devletleri olarak ikiye bölünmüştür. Batı Karahanlı Devleti; 1042-1212 yılları arasında hüküm sürmüş ve ilk başkenti Özkent olan devlet 1212 yılında Harzemşahlar tarafından yıkılmıştır. Önemli merkezleri ; Balasagun, Talas ve Kaşgar ve ilk hükümdarı Tamgaç Buğra Han olan Doğu Karahanlı Devleti ise 1211 yılında Karahitaylar tarafından yıkılmıştır. Çinliler yakınlarında kurulan tüm yabancı devletlere hep aynı Divide et impera (Böl ve hükmet) aldatmacı, hileyi kullanıp önce ikiye bölmüşler daha sonra yıkmışlardır. Aynı oyun Göktürklerede yapılmıştır. Böyle Oyunları Ruslar Anaasya'da yaşayan diğer Türk Uluslarına uygulayıp birbirlerine düşman yapmışlardır.

Krallık (Kağanlık) Altayların aile sistemine göre iki alt krallığa bölünmüştür. Doğu Karahanlıların hükûmdarı, daha büyük han olup "Arslan Kara Han" unvanıyla Balasagun (ya da Kara Ordu)'da ikamet etmiştir. "Arslan" kelimesi Karluklar'dan Çiğil boyunun totemi (ongunu) olan aslan manasına gelmektedir. Batı Karahanlıların hükûmdarı olan ikinci Karahan ise Taraz'da üslenmiş ve daha sonra Kaşgar'a taşınmış ve tekrar Taraz'a dönmüştür. Onun unvanı Buğra Kara Han idi. "Buğra" kelimesi Karluklar'ın Yağma boyunun totemi (ongunu) olan deve anlamına gelmektedir.[7]


Karahanlı Devleti, Aral Gölü'nden Batı Çin ve Moğolistan adacıklarına kadar uzanan bir coğrafyada hüküm sürmüştür.

İktisâdi Yapısı [değiştir]

Karahanlılar devrinde kömür, bakır, altın ve kurşun içeren maden ocakları işletilmiş. Kuça, Kaşgar, Aksu ve Hoten pazarlarında altın ve bakırdan işlenmiş eşyalar satılmış, her yıl sergiler düzenlenmiştir. Soda (sodium carbonate), Yeşim taşı, Yurungkaş Nehri yatağından çıkarılan beyaz Yeşim ve Karakaş Nehri yatağından çıkarılan siyah Yeşim, Lapis lazuli (lâcivert taşı) ve İpek, İpek Yolu boyunca ticareti yapılmıştır. Karahanlılardan Satuk Buğra Karahan, Harun Buğra Karahan, Musa Buğra Karahan, Yusuf Kadir Karahan, Süleyman Arslan Karahan, batı hanlarından Tamğaç İbrahim Han, I. Nasr Şemsi el-Mülk Han ve diğerlerinin adına altun, gümüş, bakır madeni paralar basılmıştır.

İdare Sistemi [değiştir]

Ülüş sistemi [değiştir]

ülüş[8] Orta Asya Türk Devlet geleneğine göre ülke topraklarının Hakanlar tarafından hanedan üyeleri, yakın akrabalar arasında özerk idare statüsünde ve halk arasında paylaştırılması esasına dayanan idarî yapılanmadır. Ülüş sistemi bilim adamlarınca göçebe devlet anlayışı ve teşkilât sistemine dayandırılmıştır.[9]

Toy, Türk devletlerinde resmi bir görüşme gayesiyle toplanılan veya Türk boylarının, topluluklarının belli bir amaç doğrultusunda bir araya geldikleri toplantılardır. Hükümdarlar çeşitli sebeplerle toy düzenlerlerdi. Bunlar, tahta çıkış toyu, zafer toyu, düğün toyu, doğum toyu, ad koyma toyu gibi toylardır. Bu toylar Türklerde sosyal hayatın düzenlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır.[10][11]

Orun, Türk hanlarının saraylarında veya devlet törenlerinde, toylarda Türk boylarının alacakları, oturacakları yerlerin tespit edildiği kurallardır.[12][13][14]

Hakanların her ne kadar vilayeti çok, payesi (rütbesi) yüksek olursa olsun, turuncu renkte ipekten veya kumaştan yapılan sayıları dokuzu geçmeyen tuğ[15] (sancak)'ları bulunurmuş ve onlar dokuz sayısını uğur sayarlarmış.

Uygarlık [değiştir]

İslam'ın kabülü sonrasında Karahanlılar Uygur alfabesini benimsemişler ve Türkçe' yi resmi dil olarak kullanmışlardır. Türklerin yoğun olarak yaşadığı topraklarda devlet kurulması sebebiyle diğer Türk-İslam devletlerinden farklı olarak Arapça ve Farsça dilleri Karahanlılar' da etkin olamamıştır.

"Ribat" (Taşrabat) adı verilen kervansaraylar yapılmıştır. Tuğla ve kerpiç ağırlıklı olduğu için günümüze enkazları kalmıştır. Türk-İslam sentezi olarak Kümbetler ilk bu dönemde görülür. Bir Türk arşını olan çığ, Arap arşının üçte ikisi kadar uzunlukta olup, göçebeler bununla bez ölçerlermiş.

Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi), Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lügatit-Türk (Büyük Türk Sözlüğü), İmam-ı Ebü'l-Fütuh Abdülgafur'un Tarih-i Kaşgar (Kaşgar'ın Tarihi) adlı çalışmaları bu dönemin en önemli yapıtlarıdır. Aşkiyaş adında özel yemek evlerini kullanmışlardır.

Karahanlılarda Yönetim Terimleri:

  • tégin: Hükümdar oğlu
  • Muhtesib: Kadın
  • Tamgacı: Mühürdar
  • agıcı: ipek kumaşları muhafaza eden kimse, hazinedar
  • Bitikçi: İç ve dış yazışmalara bakan
  • imga: Taşradaki gelir giderlere bakan(doğu karahanlılarda)
  • Amil: Taşradaki gelir giderlere bakan(batı karahanlılarda)
  • Kökyuk: Muhtar
  • Eşkinci: Ulaşım ve posta işlerine bakan
  • kadıncı: Bilge Kül Kadir
  • turbı: yâver, yardımcı
  • Ağıcı: Maliye işlerine bakan
  • Tigin: Hükümdar oğlu
  • térig: Ahaliden toplanan vergi (tirik)
  • térnek: dernek, işlerini konuşmak için ulusun toplandığı yer.[16]

Karahanlılarda verilen unvanlar:

  • Kunçuy: Hatun'dan bir derece aşağı kadın, bilge, prenses
  • Kara: Hakanlı hanlarına verilen ungun (unvan)
  • Kül Tegin: Hakanlı ailesi çocuklarına verilen adlardan
  • Çağri Tegin: Hakanlı ailesi çocuklarına verilen adlardan
  • Bekeç: Tekinlerin, Han oğullarının sanı
  • Sagun: Karluk büyüklerinin ungunu (unvanı)
  • Sökmen: yiğitlere verilen ungun (unvan)savaşta başarılı hizmet verenlere Kılıç Han Sökmen, Tonğa Tégin, Alp Tégin ve Yağan Tégin unvanları verilmiştir.
  • Kadir Han: Hakanların sert ve çetin olanına verilen ungun (unvan)

Karahanlılarda askeri terimler:

  • tura: kalkan, siper
  • turag: sığnak
  • tugrağ: Hakan tarafından savaş zamanında askere verilen at
  • tutgak: atlı bölük

Ordu yapısı [değiştir]

Ordu iki temel birimden oluşurdu:[kaynak belirtilmeli]

  • 1. Hassa Ordusu
  • 2. Eyalet Ordusu
  • 10 kişilik orduya "otağ", 100 kişilik orduya "haly", 1000 kişilik orduya "subaşı" denilirdi. Ordu kurağına veya ordu karargâhına "toy" denilirdi. Savaşlarda Hakanın çadırı kurulur, tuğ dikilir ve nöbet davulu (tuğ) vurulurdu. Usta kılavuzlar (yorçı) ve öncü bölükler (yizek) düşmanı gözetler ve düşman gözcülerini yakalamak için atlı bölük (tutgak) çıkarılırdı

    Peçenekler

    Vikipedi, özgür ansiklopedi
     
    Git ve: kullan, ara

    Peçenekler islamiyetten sonraki değil , önceki devlet kuramamış bir türk topluluğudur. 1071 Malazgirt Meydan Savaşında Büyük Selçuklulara karşı Bizansın tarafında yer almışlardır, sonradan Büyük Selçuklu tarafına geçen peçenekler büyük selçukluların bu savaşı kazanmalarında öneli rol oynamıştır.

    1015 yılında Avrupa haritası. Peçenekler mavi bölgede.
    Peçenek Tamgası.

    Peçenekler veya Beçenekler, Orta Asyadan Avrupaya göç eden tarihi Türk halklarından birisidir. Daha sonra çoğunluğunun Hıristiyanlığı kabul ettiği ve Avrupalı halklar arasında eridiği ileri sürülür.

    [değiştir] Kökeni

    Peçenekler[1], Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri ve Kaşgarlı Mahmud'a göre Divân-ı Lügati't-Türk'te yirmi iki Oğuz bölüğünden "... Ondokuzuncusu; "بآجانآك Beçenek"lerdir. Belgeleri şudur : Pecenek.svg"[1] şeklinde tanımladığı bir Oğuzların Üçok kolundan bir Türk boyudur.

    Göktürklerin batı kanadını oluşturan Onoklardan meydana gelen Peçeneklerin, 6. yüzyılda Issık ve Balkaş Gölü gölleri çevresinde oturduğu görülmektedir. 8. yüzyılda Oğuzların baskısıyla batıya göç ederek 11. yüzyılda Karadeniz'in kuzeyine geldiler. Hanlık seviyesinde bir oluşum kurdular.

    Peçenek Hanlığı (860-1091) Hudud ul-'alam min al-mashriq ila al-maghrib (Arapça: حدود العالم من المشرق الی المغرب) tanınmamış bir yazar tarafından 982 yılında yazımı biten, daha sonra Gurluların hükümdarı Abu ul-Harith Muhammad ibn Ahmad’a sunulan Arapça yazılmış bu kitapda Peçenekler Bachanāk-i Turk ve Turkān-i Bachanākī olarak adlandırılmıştır.[2]

    [değiştir] Tarih

    1030 civarında Peçenekler.

    Don-Kubat bölgesinde yaklaşık 150 yıl hanlık olarak örgütlenen Peçenekler, Ruslarla savaşarak onlara ağır darbeler vurdular. Hazar Denizi kıyısında bulunan Macarlarla ile etkileşime girdiler. Peçeneklerin baskısı sonucunda Macarlar Orta Avrupaya göç etti. 915 yılında başlayan ve 1036 yılına kadar devam eden Rus-Peçenek savaşları, Ruslara ağır kayıplar verdirtti.

    Peçenekler 10. yüzyılda diğer Oğuz boylarının baskısı sonucu Batı Karadeniz ve Balkanlara geldiler. Peçenekler Karadeniz'in kuzeyi ve Balkanlarda 11. yüzyılın sonlarına kadar önemli bir güç oldular. 1048 yılında Tunayı geçerek Bizansa akına başladılar. 1050 yılında Edirneyi kuşatan Peçenekler, 1053 yılında Bizans’ı ağır yenilgiye uğratmışlardır. 1090 yılında Büyük Çekmeceye kadar geldiler. Bu dönemde Bizanslılar batıda Peçenek Türkleri, Anadolu’dan Selçuklu Türkleri, İzmir ve civarında Çaka Bey ile uğraşıyordu.

    Peçenekler bu sırada İstanbul’u almak isteyen Çaka Bey ile anlaştılar. Buna göre Peçenekler karadan, Çaka Bey denizden İstanbulu kuşatacaktı. Bizans İmparatorluğu bu tehlikeden kendini başka bir Türk kavmi olan Kıpçakların yardımıyla kurtuldu. Oğuzlardan sonra Balkanlara gelmiş olan Kıpçaklarla anlaşan Bizans yöneticileri, Meriç kıyısında göçebe iki gücü birbirine kapıştırdılar. Sonuçta Peçenekler ağır yenilgi aldılar. (1091- Meriç savaşı). Bu olaydan sonra Peçeneklerin bir kısmı Macaristan’a çekilerek Macarlara karıştılar. Bir kısmı da Vardar nehri boylarına yerleştiler ve Slavlaştılar. Bir kısmı da Bizanslılar tarafından alınarak Kıpçaklarla birlikte Anadolu’ya Selçuklular’a tampon maksatlı yerleştirildiler. Fakat 1071 Malazgirt Savaşı Bizans ordusunun önemli bir kısmını oluşturan Oğuz-Peçenek-Kıpçak Türkleri saf değiştirdiler.

    Peçenekler Karadeniz'in kuzeyinden bügünkü Macaristan topraklarına gelmişlerdir. Peçenekler, atlı göçebe yaşam tarzı sürdürmüşler; fakat bulundukları coğrafyada siyasi bir teşekkül oluşturamamışlardır. 130 yıl kadar Balkanlarda varlıklarını sürdürmüşler ve daha sonra bir kısmı Bizans hakimiyetine girmiş, bir kısmı ise varlıklarını Balkanlar'da devam ettirmişlerdir. Bizans saflarındaki Peçenekler Malazgirt Savaşı'nda Selçuklu askerlerini giysilerinden ve konuşmalarından tanıyarak Selçuklu tarafına geçmişler ve savaşın Selçuklular tarafından kazanılmasında önemli rol oynamışlardır. Anadolu'nun Türkleşmesi sırasında Balkanlarda Bizans'la mücadele etmiş, İzmir'de büyük bir beylik kuran Çaka Bey ile ittifak yapıp İstanbul'u kuşatmışlar; fakat Bizans'ın entrikaları sonucu diğer bir Türk boyu olan Kıpçaklarla 1053 yılında Lavinyon Muharebesi'ni yapmışlardır. Bu savaşın en önemli özelliği, bir imha savaşı olması ve her iki tarafın birbirini yok etmeye çalışmasıdır. Daha sonra Kıpçaklar Balkanlara hakim olmuştur.

    130 yıl kadar Balkanlarda varlıklarını sürdürmüşler, daha sonra bir kısmı Bizans hakimiyetine girmiş, bir kısmı ise Balkanlarda varlıklarını devam ettirmişlerdir.

    [değiştir] Anadolu'da Peçenekler

    Günümüzde hala İç Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bir çogu Türkmen geleneğini sürdüren Peçeneklerin yaşadığı bilinmektedir; Ankara, Aksaray arasında bazı köy ve yer adları da bu görüşü desteklemektedir. (Ankara'nın Altındağ ve Kazan ilçelerine bağlı Peçenek adında iki köy vardır. Ayrıca Şırnak'ın İdil ilçesine bağlı Peçenek adlı bir köy daha vardır.)Tüm bunlarla brlikte Gümüşhane Bayburt yöresindede varoldukları bilinmektedir.

    Aliuşağı, Şereflikoçhisar köyü halkının da Peçenek olduğu iddia edilir. 11. Yüzyılda Bizans İmparatorluğu tarafından diğer Türk Devletlerine karşı tampon bölge oluşturulmak için İç Anadolu'da Tuz Gölü'nün doğusuna ve Aliuşağı'na yerleştirilen Peçenekler, burada Müslümanlığı kabul etmişlerdir. İlk ismi Uşak-ı Aliyyiyey-i Peçenek olan Aliuşağı köyü, günümüzdeki Aliuşağı köyünün kuzeyinde bulunuyordu. Köyün ismi Osmanlı İmparatorluğu döneminde Aliuşağı oldu.[kaynak belirtilmeli]

Kıpçaklar

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Git ve: kullan, ara
Başlığın diğer anlamları için Kıpçak grubu sayfasına bakınız.
Kıpçakların Yayılma Alanı M.S. 1200

Kıpçaklar veya Kumanlar (Rusça: По́ловцы Polovtsı ya da Кума́ны Kuman, Çince: 钦察, Qīnchá), eski Türk halklarından biridir. Kıpçaklardan ilk kez İÖ 1. binyılda Orta Asya kroniklerinde söz edilmiştir. Dilleri Kıpçak Türkçesi (Kıpçakça)dır.

En azından VIII. asırdan beri bilinen, kıbçak/kıpçak adı dışında, aynı Türk topluluğu için, üçü yerli (Türkçe) ve dördü de yabancı olmak üzere toplam yedi ad tespit edilmiştir: 1. Diğer Türk kavimlerinin kullandığı, İslamî tarih ve coğrafya edebiyatında görülen ve daha sonraları Moğol ve Çin kaynaklarında da rastlanan kıpçak; 2. Genellikle Bizans yazarları tarafından kullanılan ve nadiren Rus, Şark ve Latin kaynaklarında da görülen kuman; 3. Daha çok Macarların benimsediği ve birkaç Arapça coğrafya kitabında da bulunan kun adları, yerli sözler iken; 4. XI. Asırdan beri Rus metinlerinde bulunan polovets; 5. Bremenli Adam’ın XI. asra ait Latince eserinde zikrettiği palladi; 6. XIII. asır Orta Almanca ve Latince metinlerde görülen valwen; 7. Urfalı Matthaios’un XII. asırdan kalmış Ermenice kitabında zikrettiği xarteşk’n adları da, komşuluk temaslarından sonra yapılmış birebir kelime tercümeleridir.

Türklerin Kıpçak kesimiyle ilgili genelde bir “sarışın”lık durumu söz konusudur. Bu durumun sebebinin; bazı bilim çevrelerince, Kıpçakların, hem tarihte hem de bugünde Türklerin daha açık renkli tene sahip, sarı veya sarıya kaçan saçlı, mavi veya açık renkli göze sahip bir kesimi vasfında olmalarıyla alakalı olduğu düşünülmektedir. Görüşlerden bazısıysa polovets adının Slav dillerinde hep sarı değil, bazen mavi rengi de bildirdiğini belirtir. Kazakların ünlü bilginlerinden Olcas Süleyman, bu adın pol “düzlük, boş yer, bozkır” sözünden mensubiyet ekiyle yapılmış bir sıfat olduğunu ve geniş anlamda, Rusların komşuları olan bozkırlı kavimlere (Kıpçaklara) ad olarak verildiğini tespit eder.


Tarih
[değiştir]

İgor Destanı'nda Knez İgor'un Polovtsler ile yaptığı muharebe sonrası (Ressam: Viktor Vasnetsov)
Ukrayna'da bulunmuş Kıpçaklardan kalan balballar (Dnipropetrovsk)

Kıpçaklar, tarih sahnesine IX.-XI. asırlar arasında, İrtiş boylarında Kimeklerle iç içe çıkmışlardır. Bunlar daha VIII.-IX. asır civarında Orta Asya’dan Urallara geçmiş ve burada üstünlük kurmuşlardır. Sonra onları Siriderya boylarında, Oğuzlarla yan yana ve Orta Asya’ya dağılmış hâlde görüyoruz. Kıpçaklar, Moğol istilasından önce de Siriderya, İdil ve Don arasında, Kafkas ve Kırım dağlarında, Hazar’ın kuzey düzlüğü ile bugünkü Kazakistan’ın orta ve kuzeybatı kısmında yaşayıp pek çok Türk kavmi ile karışmışlar ve İran, Suriye, Rusya, Doğu Avrupa ve Bizans ile askerî, ticarî ve iktisadî ilişkiler kurmuşlardır. Önceleri “Mafazat Al-guz” (Oğuz bozkırı) diye bilinen topraklar da, artık XIII. asırda Deşt-i Kıpçak adıyla anılmağa başlanmıştır. Çin’den Don nehrine, Ural’dan Karadeniz’e kadar olan alana yayılan Kıpçaklar, bu devirden sonra da büyük bir hareketlilik içindedirler.[kaynak belirtilmeli]

Daha ziyade Macar tarihçilerinin mesaisine borçlu olduğumuz yeni bilgilere göre, 1020 civarında, Batı Sibirya’da büyük bir Kimek[kaynak belirtilmeli]-Kıpçak kavimler birliği vardır. Kuman (Macarca Kun) kavim yapısının, Kunlar ve Sarıkların yanı sıra en önemli üçüncü halkı olan Kıpçaklar bu devirde birleşmişler ve kaynaşmışlardır; sonraları çok meşhur olan Kuman kavim adı da, işte bu devirde ortaya çıkmıştır. Bu devirde görülen Kuman-Kıpçak kavimler birliğinden evvel, Kuman halkı daha doğuda yaşarken, Sarı Uygurları yenip ülkelerini işgal etmişler ve bu halkın bir kısmını kendilerine bağlamışlardır.[kaynak belirtilmeli] İşte bu Kuman-Sarı Uygur birleşmesi, X. asrın ikinci yarısında, Kıtaylar ve komşuları Kayların sıkıştırmasıyla, batıya, Oğuzların ve Karlukların topraklarına yönelmişlerdir. Bu göçün devamıyla, yukarıda zikredilen Oğuz bozkırı, artık, tarih kaynaklarında Kıpçak bozkırı olarak yer almaya başlayacaktır. Onların tarihte az görülen bu yürüyüşleri, XI. asırda Rus beyliklerine karşı kazandıkları bir dizi galibiyetten sonra, Karpatlar’a, Balkanlar’a kadar sürecektir. Böyle gelişen Kıpçak-Kuman varlığı, XIII. asrın sonlarına kadar, bu bölgenin tayin edici bir gücü olagelmiştir.[kaynak belirtilmeli] Balkanlardaki Eflak-Boğdan Prensliğini Kıpçaklı Komutan Toktemirus'un oğlu Başbuğ Basarapa Kurmuştur. Önemli Kıpçak Başbuğlarından biri olan Kopyak (köpek) sık sık Rus Knezlerine baskın yaparak Kırım sahil hattının yükünü hafifletmiş Rusları sibirya bölgesine hapsetmiştir.

Bilhassa XIII. asırda, Moğol akınları önünde, Avrasya bozkırlarında çok geniş bir alana yayılan Kıpçaklar, dinamik bir güç olarak komşu devletlerin bazen korkulu düşmanı ve bazen de güvenilir müttefikleri olmuşlarsa da çok parçalanmışlar ve tarihte, kendi adlarıyla anılan bir devlet bırakamamışlardır.

Bölgeye Kumanlar’dan yadigar kalan bir isim de Kemençe’dir. Kemençe Kumanlar da şahıs ismi olarak ta kullanılmıştır. 1290 da Macar Kralı IV. Laszlo’yu öldüren Kumanlardan birinin adı Kemenche idi. Kemençe ismini Kumanların yayıldığı sahalarda da görmek mümkündür. Kırım yarımadasında Kemençe, Küçük Kemençe, Murzatar Kemençe isimli köyler bunlardan bazılarıdır. Gagauzlarda Kemençe kelimesinin anlamı Keman olup Kemençe çalıp oynanan oyunun adı da Horodur.

Moğol istilası [değiştir]

1237’de Moğol İmparatorluğu'nun saldırısına uğramış ve 1239'da tamamen yenilgiye uğramıştırlar. Bu yenilginin ardından Kıpçakların bir kısmı bugünkü Rusya, Ukrayna ve Kazakistan toprakları üzerinde kurulan Altın Orda'nın egemenlik sahasında kaldılar. Diğer kısımları ise Deşt-i Kıpçak topraklarından değişik bölgelere yayıldılar.Gürcü- Kıpçak karma Ordusunun Başkomutanı Kubasar önderliğinde bir kısım boylar Doğu Karadenizi yurt edinmişlerdir. Bu durum aynı zamanda Osmanlı fethinden önceki ilk Türkleşme hareketlerindendir.

Mısır'da Memlûkler [değiştir]

Kıpçakların esas sahalarının dışında Mısır bölgesi, onların savaşçı güç ve köle (Ar: memlûk) olarak geldikleri bir bölgedir. Zamanla bu bölgede hâkimiyeti ele geçirip Memlûk Devleti’ni kurmuşlardır. Böylece, Mısır'da Bahriye Memlûkleri olarak bilinen hanedanı kurdular. Memlûkler'in en önemli hükümdarı olan Sultan Baybars, Kırım yarımadasında doğmuştur. Memlüklerde Mısır tarihinde önemli yeri olan ; Kutuz , Aybek , Aktay , Kalavun gibi önemli Kıpçaklı askeri komutanlar yetişmiştir. Bu komutanların mukavemeti Mısır'ı Moğol İstilasından korumuş, Mısır Kıpçak ordusu Dünya'da Moğolları yenen ilk ordu olmuştur.

Macaristan'da Kunlar [değiştir]

Kıpçak Diyarının Moğol İstilasına uğramasıyla Başbuğ Kötön komutasında Yaklaşık 40.000 haneli bir grup ise bugünkü Macaristan'a gitmiş ve Kunlar denilen etnik grubu oluşturmuştur. Kıpçak Beylerinden Kemenche Macar Kralı'na Suikast düzenleyerek öldürmüştür. Macaristan Kıpçakları Hristiyan olarak Dil ve Kültürlerini kaybetmiştir.

Gürcistan'da Kıpçaklar [değiştir]

Gürcü-Kıpçak ilişkisi oldukça eski ve Resmi bir ittifaktır. Nitekim Dağıstan Bölgesi Kıpçaklarının Hristiyan olması bu ittifakın sonucudur. Bu iki toplum aynı Ülkeyi paylaşmış ortak bir siyasi ve sosyal kültür kurmuştur.

1. Göç : 1118 Yılında Kral Davit Kıpçaklarla kavgalı bulunan ve onlara Kafkas geçitlerinden yol vermeyen Alanları (Osetyalı)ları yola getirdi. Kalelerini ele geçirdi. Kıpçaklı Bağbuğ Şaraga Han (Sarıcık ) nın torunu Atraga Han( Atrak) 45.000 aileyi bu geçitlerden aşırıp Gürcistan’a getirdi. Kral Davit Onlara toprak ve başka mülkler dağıttı. Askerlik hizmetleri için gerekli araç, gereç ve silahlarla donattı. Yarı ilkel bu Kıpçakları sıkı bir askeri eğitime tabi tuttu. İki yıl sonra Gürcistan artık iyi yetişmiş 40.000 kişilik süvari ordusuna sahip bir ülke haline geldi. Davit’in bundan başka 5.000 kişilik bir muhafız ordusu daha vardı. Bu orduya ‘Monaspa’ (Köle Sipahiler) adı veriliyordu. Bu askerlerin görevi kral sarayını korumaktı. Bu kıpçak Ordusu Selçuklu Devletini ağır bir yenilgiye uğratarak Tiflis' den attı (1123) ve kısa zamanda Gürcistan'ın sınırlarını iki buçuk katına çıkardı.

2. Göç : 1185 Yılında Annesi Kıpçak olan Kraliçe Tamar Döneminde Başbuğ Sevinç Han önderliğinde 40.000 Kıpçak ailesi Deşt-İ Kıpçak'dan Gürcistan'a göç etti. Bu yeni Kıpçaklar Kraliçe Tamar tarafından Trabzon İmparatorluğu sınırlarına kadar iskan edildi ve bir bakıma Batı sınırı garantiye alındı. Pagan olan savaşçı Kıpçaklar Trabzon Rum Devletini sık sık rahatsız etmelerine karşın Erzurum , Gümüşhane Bölgelerindeki Gürcü Beylikleri ile yakın ilişkiye girmeleri Zaman içerisinde Hristiyan olarak kültürlerini kaybetmelerine yol açtı.

Dini inanç [değiştir]

Kıpçaklar çoğunlukla paganlık ve animizmi benimsemişti. İnanç sistemleri diğer göçebe halkların inanç sistemleriyle hemen hemen aynı idi. Hayvanlara, özellikle de kurda taparlardı. Kıpçak toplumunda kam adı verilen şamanların özel bir yeri vardı. Bu şamanlar, falcılık ve hekimlikle uğraşırdı. Atalar kültü ve kahramanlık kültü gelişkindi.

Türkiye'de Kıpçak Asıllı Bölgeler [değiştir]

Ardahan (Merkez), Posof, Çıldır, Hanak, Artvin ( Merkez ) , Şavşat, Yusufeli , Ardanuç , Rize'nin Batı yakası, Trabzon'un Doğu yakası olmak üzere Türkiye'de 820.000'e yakın Dil ve Kültürünü kaybetmiş Ortodoks Kıpçak asıllı yaşamaktadır.

NOT: Ardahan'ın Posof ilçesi Anadolu'da Kıpçak Türkler'inin en yoğun yaşadığı ilçedir %90 civarında olup, %10 luk birimin büyük çoğunluğu ise Gürcü kökenli olmakla beraber çoğunluk içinde asimile olmuştur. 1844 Kırım savaşında ilçeye yerleşmiş çok az sayıda Tatar Türkü, Dağıstan kökenli Lezgiler ve Karadeniz'den gelme Laz kökenli ailelerde zamanla asimile olmuştur.

Codex Cumanicus ( Kıpçak kitabı ) [değiştir]

1.Ave, učmaqnïŋ qabaγï, tirilikniŋ aγačï! Yemišiŋ bizgä teyirdiŋ, Yesusnï kačan tuvurdïŋ, Ave, Maria, kim ačtïŋ kökni daγïn endirdiŋ qutqaručïmïz Yesusnï, kim tušmanïmiznï yeŋdi.

2.Biz oqurbiz arï Stefandan, kim köp tözdi Teŋri üčün daγï köp taŋlar etti Teŋriniŋ bolušmaχï bile. kačan köp qïn tözdi, soŋrasïnda taš bile tašlap öldürdiler. kačan ani taš bile tašlar idi, ol aytïr idi, yoχarï baχïp: «Körüŋiz! Men körärmen, kim kök barča ačïluptur daγï Kristus turur Atasïnïŋ sav qolïnda». kačan anï ayttï, andan qattï ura bašladïlar. Tizin čöküp, yügündi daγïn ayttï: «Beyim Teŋri, sen bošatχïl alarγa: bilmezler, ne-dirler!». Daγï ayttï: «Beyim Teŋri, menim tïnim alγïl!». Ol sözni ayttï da dzanïn Teŋri eline berdi
 

Şirvanşahlar Devleti

Vikipedi, özgür ansiklopedi
(Şirvanşahlar sayfasından yönlendirildi)
Git ve: kullan, ara

Şirvanşahlar Devleti, Azerbaycan'da bir devlet. İslam devletinin sınırları içinde yer alan tarihi Şirvan eyaleti'nde Abbasiler hanedanının zayıf düşmesi döneminde kuruldu. Başkenti Şamahı (bir sure Bakü) şehriydi. Şirvanşahlar Timur'un Kafkasya seferine kadar hakimiyetlerini sürdürdüler. Bu sırada Şirvan Şahı olan Şeyh İbrahim bin Sultan Mehmet (1382-1417) birçok muharebelerde Timur’la birlikte bulundu.

1417'de Şirvanşah Şeyh İbrahim öldü ve oğlu I Halilullah hükümdar oldu (1417-1462). Onun zamanında Bakü'de Şirvanşahlar sarayı kuruldu, 1460 yılında 10000 kişilik bir türkmen ordusuyla Şiranlılar'ın üzerine yürümüş Şeyh Cüneyt Samur Çayı kıyısında yer alan Kıpçak köyü yakınlarında yapılan savaşta öldürüldü.

I Halilullah oğlu Ferruh Yasar (1462-1500) Şeyh Haydar'ın babası Şeyh Cüneyd gibi Şirvana hücum etmesi üzerine Gülüstan kalesine çekilerek 7 ay muhasarada kaldıktan sonra Akkoyunlu hükmüdarı Sultan Yakup tarafından 1488'de ona yardım gönderildi ve Teberistan yakınlarında yapılan savaşta Şeyh Haydar öldürüldü.

Kasım 1500'de Şeyh Haydar ın oğlu İsmail'ın Kızılbaş orudusu Kura Nehri'ni geçerek Şirvana hücum etti. Gülistan Kalesi yakınında gerçekleşen meydan savaşında Şirvanşah Ferruh Yasar'ın ordusu yenildi ve Ferruh Yasar öldürüldü.

Şirvanşahlar Devleti 1538 senesine kadar hüküm sürdükten sonra, Safeviler tarafından yıkıldı

Kansu Uygur Krallığı

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Git ve: kullan, ara
Kansu Uygur Krallığı
3by2white.svg
 
848 – [[1036[kaynak belirtilmeli]]] 3by2white.svg
 
Başkent Not specified
Resmi dili Uygurca[kaynak belirtilmeli]
Dini Şamanizm, Tibet Budizmi
Yönetim kalıtsal Monarşi
Tarih  
 - Kuruluş tarihi 848
 - Yıkılış tarihi 1036[kaynak belirtilmeli]
Uygurlardan sonra ortaya çıkan Turfan Uygurları ve Kansu Uygurları. Sarı renk: Günümüzde Türklerin yaşadığı yerler.

Bağımsızlığın Sağlanması [değiştir]

Kansu Uygur Devleti, Bir kısım Uygur soydaşı Kansu’da yerleşerek Çin ile ticari etkinliklerde bulunarak dostluk sağladı. Çin yöneticileri ile akrabalık bağı da edinmişlerdir. Ancak T’ang sülalesine karşı ayaklanmaların çoğaldığı 10. yy. başlarında Kan-su Uygurları, bağlı oldukları ve merkezi Tun-Huang olan Çin askerî bölgesi ile ilgilerini kestiler. Burada 905 yılında asi bir general özerk devlet kurdu ve kendini "kral" ilan etti. “Batı Hanları’nın Altın-dağ Krallığı” adını verdiği bu devlete Uygurları bağlamak istemiştir.Kansu Uygurlarından Tegin adlı kumandan ordusuyla Tun-huang’ı kuşatarak,şehir halkını “kral”ı teslim etmeye zorlamıştı (911), bu olay üzerine Uygurların batı kolu da bağımsızlık kazanmıştır.

Bağımsızlığın yitirilmesi [değiştir]

Kansu ve Tun-huang Uygurları, askeri başarı elde edememişlerdir. Bu nedenle haklarında fazla bilgi edinilememiştir. 10. yy. başından itibaren Mançurya ve Kore kabilelerini toplayarak kuzeyde bir baskı ögesi olan ve özellikle Beş Hanedan On Krallık devrinde Çin’in bazı kısımlarını ele geçiren Kitanlar (sonraki Karahitaylar), sonunda bir hanedan (Liao Sülalesi, 907-1211) kurarak Kuzey Çin’de egemen oldukları zaman, Uygur Devleti Kitanların (940'tan sonra) ve 1028'de Tangutların kurdukları Batı Xia Hanedanı'nın egemenliğine girdi. Daha sonra 1226'da da Cengiz'in Moğol İmparatorluğunun egemenliğine girdi.


Kansu Uygurları, daha o zamanlardan beri “Sarı Uygurlar” diye bilinir ve hala Batı Çin'de varlıklarını sürdürmektedirler.[kaynak belirtilmeli]

Bu Uygurların torunları, sayıları birkaç bini bulan Sarı Uygurlar veya Yugurlar, eski ana dillerine ve geleneksel dinleri olan lama Budizmine sadık yaşarlar
 

Karahoca Uygur Krallığı

Vikipedi, özgür ansiklopedi
Git ve: kullan, ara
Karahoco Uygur Krallığı
3by2white.svg
 
991 – 1209 3by2white.svg
 
Başkent Beşbalık Turfan
Resmi dili Uygurca[kaynak belirtilmeli]
Dini Şamanizm, Budizm
Yönetim Monarşi
Tarih  
 - Kuruluş tarihi 991
 - Yıkılış tarihi 1209
Uygurlardan sonra ortaya çıkan Turfan Uygurları ve Kansu Uygurları. Sarı renk: Günümüzde Türklerin yaşadığı yerler.

Karahoca (Gaochang) Uygur Krallığı (Çince: 高昌回鶻; Gaochang Huihu), 9.-13. yüzyılda bugünkü Doğu Türkistan'da Uygurlar tarafından kurulan devlet.

840'de Göçebe Uygur Kağanlığı Kırgız baskınından sonra Ngo-nie Tegin'in Altay Dağları'nı aşarak Beşbalık, Turfan yöresine taşıdığı Uygurlar buraya yerleştiler ve Kırgızlar'ın öldürdüğü son kağanlarının yeğeni Mengli'yi 856'da kağan ilan ettiler.

Uzun zamandır Tibet baskısı altında yaşayan Çin imparatoru dengeleyici güç olarak tasarladığı bu devleti-kendisine bağlı olması koşuluyla da olsa- hemen tanıdı ve Uygurlar'ın Tarım havzasının öteki ucuna (Kaşgar'a) kadar yayılmasına ses çıkarmadı.

911'de soydaşları Kansu Uygurları sayesinde bağımsızlıklarını kazanan Turfan Uygurları siyasal olarak etkili bir güç olamadılarsa da Maniheizm dininin de etkisiyle yerleşik hale geçtiler ve başlıcaları Turfan, Kaşgar, Beşbalık, Kuça, Hami olan şehirlerinde önemli bir "uygarlık" yarattılar.

Çin Hanedanlığı, Karahoca Uygur Krallığını tanır ve hatta Wang Yen De isminde bir büyükelçiyi bu ülkeye gönderir. O üç yıl bu ülkede kalır.[1]

Yeni coğrafyalarında Mani dini yerine Budizm'i benimseyen Uygurlar Nesturi Hıristiyanlığı da tanımışlar, en son -Karahanlı Devleti'nin de baskı ve tesiriyle- topluluk halinde İslamiyeti kabul etmişlerdir ki bugün Çin'de yalnızca Uygurlar'a değil, Uygurlar aracılığı ile müslümanlaşmış diğer etnik gruplara da Huei-hu (Uygur) denilmektedir.

12. yüzyıldan itibaren Kara Hıtaylara bağlı olan Uygurları, 1209'da İduk-kut Barçuk Art Tegin (巴而術·阿而忒·的斤) döneminde Cengiz Han'a bağlandı. Barçuk Art Tegin, Cengiz'in kızlarından İl Altun ile evlenip küregen (damat) oldu. Alaaddin Ata Melik Cüveynî'nin Moğol İmparatorluğu hesabına kaleme aldığı Tarih-i Cihangüşa eserine göre, Barçuk Art Tegin' Cengiz'in dört varisinin yanı sıra beçinci varisi olarak kabul edilmiş. Barçuk Art Tegin'in sülalesi Moğol İmparatorluğu'nda Kongiratlar ile birlikte Küregen ailelelerinin başı sayıldı.

Müsafiriler

Vikipedi, özgür ansiklopedi
(Salariler sayfasından yönlendirildi)
Git ve: kullan, ara

930-1200 yılları arasında bugünkü Azerbaycan ve Ermenistan topraklarında hüküm süren ve Salariler ya da Sellariler adıyla da anılan hanedan.

Çoğunlukla "emir" unvanını kullanan Müsafiriler, adlarını Şemiran Emiri olan Salar'ın oğlu Müsafir'den aldılar. 989-997 arasında Büveyhoğulları'nın hakimiyetine girdiler, 1065'te ise hanedanın hüküm sürdüğü topraklara Selçuklular egemen oldular.

Müsafir'in torunu Merzüban'dan Merzübaniler kolu, Merzüban'ın oğullarından biri olan Revvad'dan ise Revvadiler kolu yürüdü.

Oğuz Yabguluğu

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Hazar devletinde subaşı görevinde bulunan ve Selçuklu devletinin kurucusu olan Selçuk Bey'in Oğuz Yabgusunun arası giderek açıldı[kaynak belirtilmeli]. Selçuk bey ve Selçuk beye bağlı boylar İslamiyete girince Selçuk Bey, Müslümanlar, gayrimüslimlere haraç vermez diyerek, Yabgu'nun haraç memurlarını kovdu ve bağımsızlığını ilan etti. Selçuk bey ve bağlı boyları daha sonra güneye indiler.

Oğuz Yabgusu çevresindeki tüm devletlerle ihtilaflydı[kaynak belirtilmeli]. Peçenekler, Kıpçaklar ve Karluklarla husumet içindeydiler[kaynak belirtilmeli]. Oğuz-Kıpçak savaşlarını konu alan Dede Korkut Destanı'nın bu dönemde yaşanan olaylar üzerinde yazıldığı düşünülmektedir.

Siyasi Tarih

Oğuz-Yabgu Devleti, Oğuz Türklerinin 10. yüzyıl'ın ilk yarısında, kışlık merkezi Yeni-kent olarak kurdukları bir devletti

Bu devletin başında Yabgu bulunuyor, Kül Erkin unvanlı bir başbuğ ona naiplik yapıyor, orduyu da Subaşı idare ediyordu. Yabgu Devleti’nin komşuları Peçenekler, Kıpçaklar ve Hazarlar’la münasebetinin pek dostane olmadığını gösteren deliller vardır. İbni Fadlan (10. yüzyılın ilk çeyreği) ve El-Mes‘udi’ye göre, aralarında savaş eksik değildi. Harezm’in yerli hanedanı Afrigiler, Oğuz baskısı altında idiler. Oğuzlar’ın doğudaki komşuları Karluklar ile de mücadele halinde oldukları, aralarındaki savaşlardan birinde, Oğuz Yabgusu’nun ölmesinden anlaşılıyor

Diğer taraftan Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlar’la Çiğiller arasında köklü bir düşmanlıktan bahseder. Kuzeyde Kimekler ile ise bazen dostça, bazen hasmane münasebetler devam edip gidiyordu. Bu Oğuzlar, umumî “Türk” adı yanında, yine siyasî bir isimlendirme olarak “Türkmen” adını da taşıyorlardı ki, Müslüman ülkelerine geldikten sonra İslam kaynaklarında bu isimle de anılmışlardır.

Oğuz Yabgu Devleti’nin tarihi hakkında başkaca açık bilgiye rastlanılmıyor. Son Oğuz Yabgusu olarak Ali Han adında birini zikreden ve Selçuklular’ın ilk zamanlarında, “can düşmanı” olarak Tuğrul ve Çağrı Beyleri hayli uğraştırdığını bildiğimiz meşhur Çend “hakimi” Şah-melik’i de Ali Han’ın oğlu olarak gösteren Reşidü’d-din’in (14. yüzyıl'ın ilk çeyreği) bu malumatı “destanî” mahiyette görülmektedir

Oğuz Yabguluğu

Vikipedi, özgür ansiklopedisi

Oğuz Yabguluğu veya Oğuz Yabgu Devleti, Kiev Knezliği tarafından yenilgiye uğratılan Hazar Kağanlığı'nın gücünü kaybetmesiyle Hazarlar'a bağlı olarak Hazar denizi ile Aral gölü arasında ve civarında yaşayan Şamanist Oğuzlar, 950 yıllarında Hazarlardan kopuk bağımsız dönem yaşamaya başlamışlardır. Yabguluk 1040 yıllarına kadar sürmüş ve daha sonra Selçuklu devletinin bir parçası haline gelmiştir.

Hazar devletinde subaşı görevinde bulunan ve Selçuklu devletinin kurucusu olan Selçuk Bey'in Oğuz Yabgusunun arası giderek açıldı[kaynak belirtilmeli]. Selçuk bey ve Selçuk beye bağlı boylar İslamiyete girince Selçuk Bey, Müslümanlar, gayrimüslimlere haraç vermez diyerek, Yabgu'nun haraç memurlarını kovdu ve bağımsızlığını ilan etti. Selçuk bey ve bağlı boyları daha sonra güneye indiler.

Oğuz Yabgusu çevresindeki tüm devletlerle ihtilaflydı[kaynak belirtilmeli]. Peçenekler, Kıpçaklar ve Karluklarla husumet içindeydiler[kaynak belirtilmeli]. Oğuz-Kıpçak savaşlarını konu alan Dede Korkut Destanı'nın bu dönemde yaşanan olaylar üzerinde yazıldığı düşünülmektedir[kaynak belirtilmeli].

Siyasi Tarih [değiştir]

Oğuz-Yabgu Devleti, Oğuz Türklerinin 10. yüzyıl'ın ilk yarısında, kışlık merkezi Yeni-kent olarak kurdukları bir devletti[kaynak belirtilmeli].

Bu devletin başında Yabgu bulunuyor[kaynak belirtilmeli], Kül Erkin unvanlı bir başbuğ ona naiplik yapıyor[kaynak belirtilmeli], orduyu da Subaşı idare ediyordu. Yabgu Devleti’nin komşuları Peçenekler, Kıpçaklar ve Hazarlar’la münasebetinin pek dostane olmadığını gösteren deliller vardır. İbni Fadlan (10. yüzyılın ilk çeyreği) ve El-Mes‘udi’ye göre, aralarında savaş eksik değildi. Harezm’in yerli hanedanı Afrigiler, Oğuz baskısı altında idiler[kaynak belirtilmeli]. Oğuzlar’ın doğudaki komşuları Karluklar ile de mücadele halinde oldukları, aralarındaki savaşlardan birinde, Oğuz Yabgusu’nun ölmesinden anlaşılıyor[kaynak belirtilmeli].

Diğer taraftan Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlar’la Çiğiller arasında köklü bir düşmanlıktan bahseder. Kuzeyde Kimekler ile ise bazen dostça, bazen hasmane münasebetler devam edip gidiyordu. Bu Oğuzlar, umumî “Türk” adı yanında, yine siyasî bir isimlendirme olarak “Türkmen” adını da taşıyorlardı ki[kaynak belirtilmeli], Müslüman ülkelerine geldikten sonra İslam kaynaklarında bu isimle de anılmışlardır.

Oğuz Yabgu Devleti’nin tarihi hakkında başkaca açık bilgiye rastlanılmıyor. Son Oğuz Yabgusu olarak Ali Han adında birini zikreden[kaynak belirtilmeli] ve Selçuklular’ın ilk zamanlarında, “can düşmanı” olarak Tuğrul ve Çağrı Beyleri hayli uğraştırdığını bildiğimiz meşhur Çend “hakimi” Şah-melik’i de Ali Han’ın oğlu olarak gösteren Reşidü’d-din’in (14. yüzyıl'ın ilk çeyreği) bu malumatı “destanî” mahiyette görülmektedir
 

Gazne Devleti

Vikipedi, özgür ansiklopedi
 
Git ve: kullan, ara
Gazne Devleti

Gaznevîyyûn
غزنويون
غزنویان'

3by2white.svg
 
3by2white.svg
 
961 – 1186 3by2white.svg
 
3by2white.svg
 
konumu.
Gaznellilerin en geniş sınırları (1030).
Başkent Gazne (1151'e kadar)
Lahor (1151-1186)
Resmi dili Farsça
Dini Sünni İslam
Yönetim Monarşi
Yönetim
 - 961-962 Alp Tigin
 - 1160-1186 Hüsrev Melik
Tarih  
 - Kuruluş tarihi 961
 - Yıkılış tarihi 1186


Gazneli Devleti (Farsça: غزنویان Ghazneviyān), 961 - 1187 yılları arasında Maveraünnehir, Hindistan'ın kuzeyi ve Horasan'da hüküm süren,[1][2][3] memlûk[4] kökenli (Türk) olduğu halde kültürel açıdan ve de facto olarak Fars hanedanlıklarının ardılı kabul edilen[5] Türk-Fars-İslam devleti[6] veya Türk-İslam devletiydi.[7][8] Gazneliler adlarını başkent edindikleri, şu an Afganistan sınırları içinde bulunan, Gazne şehrinden almıştı. Gazne Devleti'nden önce bu topraklarda hüküm sürmüş olan Fars asıllı Samanîlerin siyasi ve kültürel etkisinden dolayı Gazneli Türkler, zaman içerisinde Farslaşmışlardır.[1][3][9][10][8]

Gaznelilerin kurucusu sayılan Alp Tegin, Samanîlerin ordu komutanlarındandı. Ancak, hanedanlığın tam anlamıyla kuruluşu, onun damadı Sebük Tigin döneminde gerçekleşmiştir. Sebük Tigin, Gazne şehrini başkent yaparak, Samanî sultanlarının egemenliğinden kurtulmuştur.[11][7] Sebük Tegin'in oğlu Sultan Mahmut döneminde imparatorluğun sınırları Ceyhun'dan İndus Nehri'ne, oradan da Hint Okyanusu'na kadar uzandı ve Rey ve Hamedan'ı da kapsadı. I. Mesut döneminde Gaznelilere ait, köklü ve büyük toprakların bir kısmı kaybedilmiştir. Batı bölgelerinin neredeyse tamamı, Dandanakan Savaşı sonrasında Selçuklu Devleti'ne kaptırılmıştır ve elde Afganistan, Belucistan ve Pencap bölgeleri kalmıştı. Selçukluların 1157'de dağılması, Gaznelilere pek yarar sağlamadı. Bu karışık ortamdan güçlenerek çıkan Gurlular, 1151'de Behramşah'ı yenilgiye uğratarak Gazne'yi ele geçirdiler. Bundan sonra hükümdarlıklarını Lahor'a çekilerek devam ettiren ve İslam dinini Hindistan'ın içlerine kadar yaymış olan Gaznelilerin[7] son hükümdarı Hüsrev Melik'in Gurlular tarafından 1186'da esir alınmasından sonra, Gazneliler'e kesin olarak son verilir.

Kökeni [değiştir]

Gazneliler Devleti'nden önce de Afganistan'da Türk toplulukları bulunmaktaydı ve Gazneliler Devleti, büyük ölçüde bu topluluklara dayanarak kuruldu. Gazneli Devleti'nin kurucusu Sebük Tigin, köle olarak Samanîlerin yurduna gelince Müslüman olmuştur.[12][13] O dönemde bir devletin millî kimliği, idarecilerine göre isim almaktaydı.[14] Sebük Tigin'in Pend-Nâme'sine (öğüt kitabına) göre kendisi Türkistan'da "Barsahlılar" denen kabiledendir.[15][16][17] Sebük Tigin, "Türk Köle" olarak Samanî Emiri Alp Tegin tarafından satın alınmıştır.[15][18] Ebu'l Gazi Bahadır Han ise, Sultan Gazneli Mahmud'un babası Sebük Tegin'in kayı boyundan olduğunu belirtmiştir.[19]

Siyasi tarihi [değiştir]

Kuruluş dönemi [değiştir]

Afganistan'da M.Ö. II. yüzyıldan itibaren çeşitli devletler kurulmuştur. Burada kurulan devletlerden biri olan Gazne Devleti, tarihi kaynaklarda, Yemînîler ve Sebükteginîler olarak da geçmektedir.[20] Samanî Devleti'nin en parlak devrinde çok sayıda Türk, gruplar hâlinde Maveraünnehir yoluyla İslam dünyasına getirilmekteydi. Samanî Devleti'nin zayıflamaya başladığı sırada; Simcurîler, Kara Tegin İsficâbî ve Baytuz gibi Türk aile ve komutanlar Afganistan'ın çeşitli bölgelerinde hâkimiyet kurmuşlardı.[20]

İşte bu Türk komutanlarından biri de Gazne Devleti'ni kuracak olan Alp Tegin'dir.[20] Tahminen 890-891 yıllarında[20] doğan Alp Tegin, Samanî emirine köle olarak satılmış ve onun hassa askerleri arasına dahil edilmiştir.[21] Samanîlerin takdir ettikleri vasıflara sahip olmasından ötürü azat edildi ve kendisine bazı Samanî birliklerinin komutası verildi.[21] Bundan sonra hâcibü'l-hüccâblığa (bütün saray idaresinin başı) yükselmiştir.[22]

Alp Tegin (Söğüt Müzesi)

Sarayda nüfuzunu arttıran Alp Tegin, 10 Şubat 961 tarihinde Samanî emiri tarafından en yüksek askeri makam olan "Horasan sipehsâlârlığı"na getirildi. Ayrıca, onun yerine hâcib olarak yine onun bir gulâmı getirilmesiyle saraydaki nüfuzunu devam ettirdi.[23][22] Samanî Devleti'nin başına kimin geçeceği konusunda Alp Tegin'in etkili olması sonucu, Samanî sarayında Alp Tegin'in hâkimiyetinden ve her işe müdahale edişinden kurtulmak isteyen yeni bir grup ortaya çıktı. Samanî hanedan üyeleriyle ordu, Mansur bin Nuh'a sadakat yemini ederek, onu tahta geçirdiler. Alp Tegin ise kendi adayını zorla tahta çıkarmak için çaba göstermeye çalışsa da, askerlerine güvenmediğinden Buhara üzerine yürümekten vazgeçerek kendi has gulâmlarıyla beraber Belh'e çekildi ve bu şehri aldı. Alp Tegin'e karşı olanlar I. Mansur'u onu yakalamak için ordu göndermeye ikna ettiler. Alp Tegin, kendisine doğru gelen 16.000 kişilik orduya karşı harekete geçerek Belh ile Hulm arasındaki, "Hulm Geçidi"nde yer tuttu ve 3.000 kişilik ordusuyla muharebeyi Nisan-Mayıs 962'de kazandı[24] ve Gazne'ye doğru yürüyerek 4 aylık bir çaba sonucunda 12 Ocak 963'te Gazne'yi ele geçirip, Gazne Devleti'nin temelini attı.[24]

Alp Tegin, Hindistan'a seferler düzenlemeye başladığı sırada (13 Eylül 963) hayatını kaybetti.[25] Ölümünden sonra Gazne'de hâkimiyet kısa bir süre elden çıksa da yerine geçen oğlu Ebu İshak İbrahim, Samanî emirinin de yardımıyla şehri yeniden ele geçirdi. Ebu İshak İbrahim'in oğlu olmadığından, 12 Kasım 966'daki ölümünden sonra onun yerine Türk komutanlarından Bilge Tegin seçilip, Samanî Devleti'ne bağlılığını bildirdi.[26] Buhara'daki Samanî komutanlarından Fâik, bağımsız bırakılmış bu Türk topluluğunu egemenliği altına almak için bir ordu gönderse de, ordusu mağlup edildi ve bir daha Buhara'dan Gazne'ye saldırı olmadı.

Bilge Tegin'in 975'te ölmesi üzerine tahta Alp Tegin'in diğer bir kölesi olan Böri Tegin geçti. Böri Tegin, halkla ters düşmesi üzerine 20 Nisan 977'de tahttan indirildi ve yerine Türk komutanları tarafından seçilen Sebük Tegin geldi. Sebük Tegin, görünüşte Samanîlerin bir valisi olarak hareket etmesine rağmen, bağımsız bir Gazne Devleti'nin temeli onun zamanında atılmıştı.[27] Çok geçmeden Türklerin nüfuzu, Gazne'den Doğu Afganistan'daki Zabulistan bölgesine kadar yayıldı. Topraklarını; Toharistan, Zemindaver ve Belucistan'daki Kusdar bölgesine kadar genişletti. Müslümanlığın yayılmasını engelleyen Hinduşahî Racası'nı mağlup etti ve Kabil Nehri boyunca Peşaver'e kadar ilerledi. Türk komutanlarından Ebu Ali Simcûrî ve Fâik ittifakına karşı Samanî Emiri I. Mansur, 994'te Sebük Tegin'i yardıma çağırdı. Sebük Tegin ve oğlu Mahmut'un Horasan'a gelip isyancıları yenmesi üzerine Samanî emiri, Mahmut'a Seyfü'd-devle unvanı ve Horasan ordu komutanlığı verdi.[28] Gazneli hâkimiyetini; Toharistan, Zabulistan, Gur ve Belucistan'a kadar taşıyan Sebük Tegin, Ağustos 997'de öldü.

Sebük Tegin ölmeden önce küçük oğlu İsmail'in tahta geçmesini vasiyet etmesinden dolayı İsmail, babasının ölüm haberini aldıktan sonra Belh'e gelerek hükümdarlığını ilan etti. Nişabur'da bulunan Mahmut ise kudret ve tecrübe bakımından İsmail'den üstündü.[29] Mahmut, İsmail'e kendisinin yaşça büyük olduğunu ve tahta geçmesi gerektiğini, İsmail'e de Belh ve Horasan eyaletlerinin yönetimini bırakmayı teklif ettiyse de, İsmail bunu kabul etmedi. İki kardeş arasında Mart 998 tarihinde yapılan muharebeyi Mahmud'un ordusu kazandı.[29]

Gazneli Mahmut dönemi [değiştir]

Gaznelilerin Hint Seferleri başlangıcındaki sınırı.

Gazneli Mahmut, Karahanlılar ile bir antlaşma yapıp kuzey cephesini emniyete aldıktan sonra, tahta çıkarken ettiği yemin ve verdiği söz doğrultusunda Hint seferlerine başladı. 1001-1027 yılları arasında Hindistan üzerine toplamda 17 sefer düzenlenmiştir. Bu seferlerin başlıca amaçları bu ülkede İslam dinini yaymak, kalabalık Gazne ordusunu hareket hâlinde tutmak ve bir takım ganimetler elde etmekti.[30] Sultan Mahmut, yaklaşık Eylül 1000 tarihinde I. Hint Seferi'ne çıktı. Kabil'in doğusunda, Hintlilerin elinde bulunan birkaç kalesini zapt etti.[30] Eylül 1001'deki II. Hint Seferi'nde Vayhand Racası Caypal'ın üzerine 15.000 atlıyla beraber giden Mahmut, 27 Kasım 1001 tarihinde yapılan savaşı kazandı ve filler de dahil olmak üzere pekçok ganimet ele geçirdi.[30] Mahmut III. Hint Seferi'ni, II. seferinde kendine destek olmayan Bhâtiya Racası Becî Rây'a karşı yapmıştır. Becî Rây mağlup edilince, Bhâtiya bölgesi de Gaznelilerin eline geçti. Mart-Nisan 1006'da IV. Hint Seferini; Ebu'l-Feth Dâvud'un Bâtıni hareketleri üzerine yapan Mahmut, Multan ve Pencap'ı ele geçirdi.[31]

Sultan Mahmut'un kuzeyde Karahanlılar ile olan mücadelesinden yararlanan Multan Valisi Suphal, Mahmud'a itaati reddederek Hindu dinine geri döndü. Bunu Ocak 1008'de öğrenip V. Hint Seferi'ne çıkan Sultan Mahmut, Multan'ı tekrar idaresi altına aldı. Pencap çevresindeki Racaların İslam dinine karşı tavır sergilemesi üzerine 31 Aralık 1008'de VI. Hint Seferi'ne çıkan Mahmut, Ağustos-Eylül 1009'da seferini galibiyetle tamamladığında Kuzey Hindistan'daki Racaların egemenlik gücünü azaltmıştı. VII. Hint Seferi'ni ticari bir antlaşmayla sonlandıran Gazneli Mahmut, Ekim 1010 tarihinde VIII. Hint Seferi'ne çıktı. Bu seferinde hiçbir zorlukla karşılaşmayarak Multan'ı kesin olarak egemenliği altına aldı. Sultan Mahmut, IX. Hint Seferi'ni bugünkü Salt Range bölgesindeki Nandana'ya yaptı. Kendisine tâbi olmak istemeyen Nandana Racasını mağlup etti ve bu galibiyetinin yankıları sonucunda Kuzey Hindistan'da İslam dini yayılmaya başladı.[31]

Gazneli Mahmut, Hindistan'daki en önemli seferlerinden birini Delhi'nin 150 km. kadar kuzeyinde bulunan Thanesar şehrine yapmıştır. Hintlilerce kutsal sayılan bu şehrin bulundurduğu birçok putun en büyüğü, "Çakrasvamî" adlı puttu. Sultan Mahmut, bu putu kırmak ve ganimet elde etmek için Ekim-Kasım 1014'te X. Hint Seferi'ni bu şehre yaptı ve galip geldikten sonra, putu Gazne'ye götürerek halka gösterdi.[31] 1015 yılı sonlarına doğru XI. Hint Seferi'ne ve Eylül 1018'de de XII. Hint Seferi'ne çıkan Gazneli Mahmut, Türkistan'dan gelen 20.000 kişilik bir gönüllü grubun kendine katılmasıyla ordusunu biraz daha büyüttü ve bundan sonraki seferlerinde ordusuna karşı önemli direnişler olmadığı için Agra yakınlarına kadar topraklarını genişletti.[30] Ekim 1021'de Mahmut, XIV. Hint Seferi'ni daha önce ele geçiremediği Keşmir bölgesine yaptı ancak, kışın şiddeti sebebiyle Lokhot Kalesi'ni zapt edemedi.

Daha önce Kalincar Racası Ganda mağlup edilmişse de, kesin olarak itaat altına alınmamıştı. Bunun üzerine XV. Hint Seferi'ne 1022 yılında çıkan Sultan Mahmut, Gvalior'u ve Kalincar'ı zapt etmek yerine haraca bağlayarak Mart-Nisan 1023'te Gazne'ye döndü. Gazneli Mahmut, Hindistan'a yaptığı en meşhur seferlerden biri olan XVI. Hint Seferi'ni Somnat'a yaptı. 8 Ocak 1026'da kuşattığı Somnat şehrini aldıktan sonra, Şiva'ya ait kutsal bir putu kırdırarak, tapınakta ezan okuttu.[31] Gazneli Mahmut, son ve XVII. Hint Seferi'ni, Somnat dönüşünde ordusuna saldıran Catlara karşı yaptı ve Catları mağlup etti. Mahmut, bu seferlerle Ganj Nehri'ne kadar genişlemiş ve Hint ülkesinde yıllarca sürecek olan Türk hâkimiyetinin temellerini atmıştı.[31][30][32]

Sistan'ın zaptı [değiştir]

Seferî hanedanının yaşadığı taht kavgalarının uzun sürmesi üzerine emirler ve komutanlar, Mahmut'u kendi hükümdarları olması için Sistan'a davet ettiler. Kasım 1002'de yola çıkan Mahmut, 21 Aralık 1002'de Emir Halef'i yenilgiye uğrattı ve Sistan'ı itaati altına aldı. Halef'in torununun oluşturduğu bir grup âsi, Mahmut'a karşı ayaklandı. Bunun üzerine 1004'te harekete geçen Mahmut, isyanı bastırdı ve bölgeyi kardeşi Nasr'ın idaresine bıraktı.[33]

Harezm'in zaptı [değiştir]

Tarihî bölgeler: Horasan (A), Maveraünnehir (B) ve Harezm (C)

Her fırsatta Harezm'i itaat altına almak isteyen Mahmut, 1017'de Harezmşah'la bir barış yaparak onun kendisine tâbi olmasını sağladı. Harezm'de hutbenin Mahmut adına okutulması, Harezm ordusu kumandanları arasında anlaşmazlığa yol açtı ve 17 Mart 1017 tarihinde taht değişikliği yaşandı.[34] Bu sırada Karahanlı tahtında da mücadele çıkması üzerine Mahmut, 3 Temmuz 1017 tarihinde Harezm'li isyancıları yendi ve Gürgenç'e girerek Harezm bölgesine hakim oldu. Karahanlılar ise bu durumu kabul etmek zorunda kaldılar.[34]

Gur'un zaptı [değiştir]

Bazen "Mendiş" adı da verilen ve Sebük Tegin tarafından alınan Gur bölgesinin hakimi Gurlu Muhammet, Sebük Tegin'in ölümünden sonra Gaznelilerin itaati altından çıktı. Bunun üzerine Gazneli Mahmut, 1011 yılında harekete geçti. Bunu öğrenen Gurlular, dağlara çekilerek savunma yaptıysalar da, savaşı kaybettiler.[35] Sonraki yıllarda Gur bölgesine birkaç sefer daha yapan Mahmut, 1020'de oğlu Mesut'u da Gur bölgesinde kalan kaleleri zapt etmek için yolladı ve Gur bölgesinde kesin hâkimiyeti sağladı.[35]

Garcistan'ın zaptı [değiştir]

Gazneli Mahmut, 999 yılında Garcistan hâkimine elçi göndererek kendine itaat etmesini istedi. Bunu kabul eden ve Mahmut adına hutbe okutan Garcistan hâkiminin değişmesi üzerine, yeni hâkim tarafından Gazneli Mahmut'un üstünlüğü tanınmadı.[36] Bu durumu haber alan ve yola çıkan Mahmut, komutanlarını ve valilerini Garcistan üzerine gönderdi. Başarılı bir harekât neticesinde 1012 yılında Garcistan'da Gazne egemenliği tam anlamıyla sağlandı ve hapsedilen emir de, 1015-1016 yıllarında öldü.[37]

Gazneli Mahmut Dönemi dış ilişkileri [değiştir]

Sultan Mahmut-Samanî ilişkileri [değiştir]

998 yılında hükümdar olan Gazneli Mahmut'un kardeşiyle taht mücadelesi yaptığı sırada, Samanîler Horasan'ı işgal etmişti. Bu sırada tahta geçen II. Mansur, Mahmut'a işgal ettiği Horasan bölgesinin iade edilemeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine, Sultan Mahmut, Nişabur'a yürüdü. Bu arada Mahmut, Horasan valisi Beytüzün için yardıma gelen II. Mansur ve Fâik kuvvetlerine, Maveraünnehir'e yaklaşan Karahanlılara fırsat vermek istemediğinden dolayı saldırmadı ve beklemekle yetindi.[38][39] II. Mansur'a güvenmeyen Beytüzün ve Fâik, 2 Şubat 999'da II. Mansur'un yerine küçük yaşta bulunan Abdülmelik bin Nûh'u çıkardılar.[40][41]

Samanî tahtında Beytüzün ve Fâik'in egemen olması üzerine harekete geçen Mahmut, Beytüzün-Fâik-Ebu'l-Kâsım Simcûrî birleşik kuvvetleriyle 16 Mayıs 999'da yaptığı savaşı kazandı ve Horasan'a hakim olup, kardeşi Nasr'ı buraya vali olarak atadı.[42] Bu sırada Samanîlerin zayıf durumundan yararlanan Karahanlı hükümdarı Samanî Devleti'ni yıktı ve bunun üzerine Sultan Mahmud, tam anlamıyla bağımsız bir hükümdar niteliğine kavuştu.[41]

Sultan Mahmut-Karahanlı ilişkileri [değiştir]

Karahanlı hükümdarı Nasr bin Ali zamanındaki dostane ilişkiler, Ceyhun Nehri'nin sınır kabul edilmesi ve Gazneli Mahmut'un 1001'de Nasr b. Ali'nin kızıyla evlenmesiyle devam etmiştir.[43] Ancak bu dostluk, Nasr bin Ali'nin Samanîlerin kalan tüm topraklarını ele geçirmek istemesi üzerine kısa sürede bozuldu. Nasr bin Ali, sultanın Hindistan'da bulunduğu bir zamanda Horasan'a kuvvet gönderdi. Bunu öğrenen ve ordusunu Halaç-Afgan kuvvetleriyle takviye eden Mahmut, Eylül-Ekim 1006'da Karahanlı kuvvetlerini Horasan'dan uzaklaştırdı. Ancak, vazgeçmeyen Nasr bin Ali, 5 Ocak 1008'de Belh'in 20 km. kadar uzağında yapılan savaşı Gazne ordusunun önünde bulunan fillerin de etkisiyle çarpışmayı kaybetti. Bu, Karahanlıların Horasan'ı ele geçirmek için yaptıkları son büyük teşebbüs oldu.[43][44]

Karahanlı tahtında bir süre yaşanan mücadele sonucunda tahta geçen Ebu Mansur Arslan Han, bu yenilgiden sonra Sultan Mahmut'la iyi geçinmeyi tercih etti. Ancak yeni bir taht kavgası başlatan Yusuf Kadir Han, Gazneli Mahmut'tan yardım istedi. Kendisi Hindistan'dayken Karahanlı Devleti'nde meydana gelen taht mücadelelerini uygun gören Mahmut'un bu tutumu karşısında ittifak yapan Yusuf Kadir Han'la Ebu Mansur, Horasan'a yürüdüler. Mahmut, "Birleşik Karahanlı Ordusu"nu 1019-1020 yıllarında yendi ve tekrar Hindistan'a döndü.[43]

Kağan Ebu Mansur'un tahttan çekilip yerini Yusuf Kadir Han'a bırakmasına Yusuf Kadir Han'ın kardeşlerinin karşı çıkması üzerine Mahmut'tan tekrar yardım isteyen Yusuf Kadir Han'ın bu seferki isteği kabul edildi ve Mart-Nisan 1025'te Semerkant'ta buluşarak rakiplerine karşı ittifak yaptılar.[44] Bunu öğrenip kaçan Yusuf Kadir Han'ın kardeşinin işini bitirmeyen Mahmut, Karahanlı ülkesinde yaşanacak sürekli taht kavgasının önüne geçmemiştir.[43]

Sultan Mahmut-Oğuz ilişkileri [değiştir]

Arslan Yabgu'ya bağlı 4.000 çadırlık bir Oğuz (Türkmen) grubunun ileri gelenleri, Sultan Mahmut'a, Maveraünnehir'de geçim darlığı çektiklerini belirttiler ve bu yüzden Horasan'a geçmeleri için ondan izin istediler. Sultan Mahmut, onlardan askeri kuvvet olarak faydalanabileceğini düşünerek, Tus valisi Arslan Câzib'in muhalefetine rağmen, Oğuzların Ceyhun Nehri'ni geçmelerine izin verdi.[45] Ancak Oğuzlar, gittikleri şehirlerdeki ekonomik yönden zor duruma düşürünce, Mahmut'a 1028'de oranın yerli halkından şikayet geldi. Bunun üzerine Mahmut tarafından Oğuzların üzerine gönderilen Arslan Câzib, sorunu çözemedi. Arslan Câzib, başarısızlıkla suçlanınca, Türkmenlerin kuvvetlendiğini, güölerinin bir eyalet ordusunu aştığını bildirdi ve Mahmut'u bizzat onlarla mücadeleye çağırdı.

Gazneli Mahmut, hastalığına rağmen 1028'de Tus'a yürüdü ve Arslan Câzib'in orduyla birleşerek Türkmenleri yenilgiye uğrattı. Bu savaşta Türkmenlerin büyük bir kısmı öldürüldü, geri kalanların bir kısmı civar dağlara ve kalan kısmı da Kirman'a kaçtı. Sultan Mahmut, ölünceye kadar içte ve dışta Türkmenleri takip ettirerek ülkesini onlardan temizledi.[46][45]

Sultan Mahmut-Ziyarî ilişkileri [değiştir]

Gaznelilerin Taberistan'a ve Cürcan'a hâkim olan Ziyarîler'le yakın ilişkileri vardı. 1012'de ordusunun isyanıyla karşılaşan ve tahttan uzaklaştırılan Kabûs bin Vuşmgîr'in yerine geçirilmiştir. Felekü'l-Meâlî unvanına sahip olan Kabûs bin Menuçehr'e karşı çıkan kardeşi Dârâ'yı Gazneli Mahmut desteklemiş ve yanına sığınmasına izin vermişti. Dârâ'yı geçirmek için Cürcan'a yürüyen Mahmut'un geldiğini haber alan Kabûs bin Menuçehr, Sultan Mahmut'a tâbi olmak ve yıllık 50.000 dinar haraç ödemeyi vaat etmek suretiyle tahtında kalabildi ve zaman zaman Mahmut'un ordusuna asker gönderdi.[47] Mahmut'un Rey şehrini ele geçirmesinden sonra, kendi bölgesinin tehlikede olduğunu düşünen Kabûs, topraklarını korumak için Gazne'ye giden yolları kesmiştir. Bu davranış üzerine harekete geçen Mahmut'u engelleyebilmek için Kâbus bin Menuçehr, 1029 yılında 500.000 dinar haraç ödemiştir. 1030'da Kabûs bin Menuçehr'in ölümünden sonra yerine geçen oğlu Anûşirvan Menuçehr de Gaznelilere egemenliğini tanıtabilmek için 500.000 dinar ödemiştir.[48]

Sultan Mahmut-Büveyhî ilişkileri [değiştir]

1012'ye kadar Gazneli Mahmut-Büveyhî ilişkileri dostane yürümesine karşın, bu tarihten itibaren Büveyhî tahtında mücadele başlamış ve Mahmut'un eline bu mücadeleye karışma fırsatı geçmişti. Ebu'l-Fevâris, Mahmut'tan Büveyhî tahtını ele geçirebilmek için yardım istedi ve bu isteğe cevap veren Mahmut da onun yeniden Kirman'a hâkim olmasını sağladı. Bir süre sonra Şiraz'ı da ele geçiren Ebu'l-Fevâris'le Gazneli kumandan Ebu Sait'in arası açıldı ve Gazneli Mahmut, Ebu'l-Fevâris'e olan desteğini geri çekti. Yenilen Ebu'l-Fevâris, Kirman'ı Gazne ordusuna bırakarak kaçtı.[49]

Öte yandan Büveyhîlerin 1028'de tahta çıkan Rey hâkimi, ordusunun kendinden memnun olmadığını görerek, Mahmut'tan yardım istedi. İsteği kabul eden Mahmut, 1029 yılında Rey hâkimini mevkisine geri getirdi.[49]

Sultan Mahmut-Afgan ilişkileri [değiştir]

İndus Nehri ile Gazne arasındaki dağlık bölgede yaşayan Afganlar, Gazneli Mahmut'un ülkesine zaman zaman akınlar yapmakta ve Horasan ile Hindistan arasındaki kervanları vurmaktaydılar. 1019'da Kabil'in doğusundaki putperest Afganlara harekât düzenleyen Mahmut, onları itaat altına alarak müslüman yaptı.[50]

Gazneli Mahmut'un mezarı

Sultan Mahmut-Abbasî ilişkileri [değiştir]

Gazneli Mahmut, Samanîler tarafından halife olarak tanınmamış Kadir Bihhah'ı tanıdı ve o da Mahmut'a birtakım hediyeler görderdi. Halife, Mahmut'un İslam dinini yaymak için putperest Hintlere karşı yaptığı gazâları izlemiş ve ona çeşitli unvanlar vermiştir.[51]

Sultan Mahmut'la arası, Karahanlılara ait Semerkant şehrinin fermanının kendisine verilmesini istediği zaman açıldı. Kısa süre sonra düzelen araları, 1023-1024 yıllarında olası bir Gazneli-Fatımî yakınlaşmasından şüphelenmesiyle tekrar bozuldu. Bütün bu olaylara rağmen Sünniliğin tam bir koruyucusu olan Mahmut, Şii Büveyhoğullarına karşı halifeliği korumuş, daima halifenin ismini paralarının üzerine bastırmış, seferlerinden sonra elde ettiği ganimetlerden Bağdat'a hediyeler de göndermiştir.[52]

Gazneli I. Mesut dönemi [değiştir]

I. Mesut adına kesilmiş bir sikke.

Sultan Mahmut, ölmeden önce hâkim olduğu ülkeleri beş erkek çocuğundan[53] büyük olan ikisi arasında bölüştürmüştü. Buna göre; Gazne, Horasan, Belh ve Hindistan'nın kuzeyi Muhammet'e, yeni zapt edilmiş ve geleceği meçhul olan Rey, İsfahan ve Cibal ise büyük oğlu Mesut'a verilmişti.[54] Gazneli Mahmut 30 Nisan 1030 tarihinde öldükten sonra, hanedan üyeleri tarafından 33 yaşındaki Gazneli Muhammet tahta geçirildi.[55] Muhammet tahta geçer geçmez sarayda bazı anlaşmazlıklar çıkmış ve bazı komutanlar ve köleler Mesut'un yanına kaçmıştı. Bu sırada İsfahan'da bulunan Mesut'a babasının ölüm haberi, 26 Mayıs 1030'da ulaşmıştı. Kardeşiyle yapacağı taht mücadelesi için ülkenin batı kısmını vekiline bırakarak Rey'e geldi.[56] Kardeşine bir mektup yollayan Mesut, kardeşinin vekili olmak ve hutbelerle paralarda kendi adının da zikredilmesini istedi. Ancak, Muhammet bu istekleri kabul etmedi.[57]

Abbasi halifesi El-Kadir ve Horasan orduları kumandanı gibi makam sahibi olan kişilerin de kendini hükümdar olarak tanıdığını haber alan Mesut, Karahanlı hükümdarının da desteğini almış ve babası Gazneli Mahmut devrinde ülkeden kovulan Türkmenlerin geri gelmesine izin vermiştir.[58] Gazneli Muhammet, sultan oluşundan 4 ay sonra, kardeşinin üzerine yürüdü. Ordu komutanları Rey'e ulaşmadan, Muhammet'e artık Sultan Mesut'a tâbi olduklarını bildirdiler ve Muhammet'i yol üzerindeki bir kaleye hapsettiler.[55]

Gazneli Muhammet'i hapseden komutanlar, Ekim 1030'da Gazneli I. Mesut'un adına hutbe okuttular ve bunun üzerine Mesut, hükümdar oldu. Gazneli Sultan Mesut, ilk iş olarak hapiste bulunan kardeşi Muhammet'in gözlerine mil çektirdi.[59][60] Sonra, amcası Yusuf'u Kusdar valisi olarak görevlendirdi. Mesut'un Belh'te bulunduğu sırada Kirman'dan gelen casuslar, bu bölgenin karışıklık içerisinde olduğunu belirttiler. Sistan'a komşu olması yönüyle stratejik bir konuma sahip olan Kirman, 1031 yılında kesin olarak Gazneli hâkimiyetine alındı.[61]

Casusları sayesinde amcası Yusuf'un Karahanlılar'la yazıştığını öğrenen Mesut, amcasını tutuklattırarak bir kalede hapsettirdi; amcası 1032'de hapiste öldü. Sultan Mesut, 2 Haziran 1031'de Gazne'ye geldiğinde halk tarafından iyi karşılanarak, çeşitli tayinler yaptı. Ardından, 17 Ağustos 1031'de Hindistan'a doğru sefere çıktı.[55]

Debusiye Savaşı [değiştir]

Buhara'daki Gazneli casuslar Karahanlıların askeri hazırlıklar yaptığını haber vermişlerdi. Belh'teyken bu durumu haber alan Sultan Mesut, devletin ileri gelenleriyle görüştü ve Karahanlılar ile savaşma görevini Harezmşah Altuntaş'a vermeyi kararlaştırıp, 15.000 kişilik bir orduyu da Altuntaş'a yardımcı kuvvet olarak gönderdi. Buhara-Semerkant yolunun yaklaşık yarı noktasında bulunan, Debusiye kasabasında meydana gelen muharebede, iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamadı ve bir anlaşma yapıldı. Altuntaş, bu anlaşmadan hemen sonra ölünce, Sultan Mesut, onun yerine, onun oğlu Harun'u Harezm'e tayin etti.[62]

Diğer olaylar [değiştir]

1033'te Sultan Mesut'un ordusundaki Türkmenler'le arası yavaş yavaş bozulmaktaydı. 1034 yılı ilkbaharında Harezm hâkimi Gazne devletine isyan etti. Görünürdeki sebep, Sultan Mesut'un sarayında rehine olarak bulunan kardeşinin ölümüydü. Gerçek sebep ise, Horasan'da Türkmenlerin çıkardığı karışıklıklardan istifade ederek, bağımsız olma isteğiydi.[63][64] Karahanlılar ve Selçuklular ile ittifak yapan ve Gazne yollarını kapatarak, hükümdarlığını ilan eden Harezm hâkimi'nin bu durumundan Sultan Mesut 29 Temmuz 1034'te haberdar oldu. Harezm hâkimi, Tuğrul ve Çağrı beyler, birçok asker, çadırlar ve sürüleriyle ona yardım için Harezm sınırına geldiler. Ancak Harezm hâkimi, Gazneli bir vezirin satın aldığı adamlar tarafından yaralandı ve 18 Nisan 1035'te öldü. Bu ölüm üzerine müttefikleri, saldırıdan vazgeçtiler.[63] Bu olay üzerine Harezm'in merkezinde çıkan karışıklıklar, Harezmşah Altuntaş tarafından engellendi.

1032-1033 yıllarında Hindistan başkomutanı Ahmet Yınaltegin, Hindistan topraklarının yerel yöneticisi olan Kadı Ebu'l-Hasan Şirazî ile bir sürtüşme yaşadı. Bunun üzerine Ahmet Yınaltegin, Gazneli Mahmut'un oğlu olduğunu iddia etti. Bunu öğrenen Mesut, Eylül-Ekim 1034'te bir ordu göndererek Ahmet'i öldürttü.[65] Dihistan'a bir sefer düzenleyen Mesut, 25 Ocak 1035'te Cürcan'a ulaştı. Selçukluların Horasan'dan birkaç vilayet istemesi üzerine harekete geçen Mesut, 29 Haziran 1035'teki savaşı -ordusunda fil avantajı olmasına rağmen- kaybetti. Daha sonra iki taraf arasındaki görüşmelerde Selçuklular, Dihistan'ı ve Horasan'dan birkaç vilayeti aldılar. Selçukluların başarısından cesaret alan Irak'taki Türkmenler de harekete geçtiler, Rey şehrine yürüdüler ve burayı ele geçirdiler. Şubat-Mart 1038'deyse Rey şehri ve civarı tamamen elden çıktı.[66] Türkmenlerin 1037 yılının başlarında tekrar saldırıya geçmesi üzerine birtakım tedbirler alan Mesut, Türkmenlere karşı Karahanlılar'la iyi ilişkiler kurdu.

Gazneli Sultan Mesut'un Hindistan'a sefer yapmak istediğini açıklaması üzerine vezirler ve devletin diğer ileri gelenleri Horasan'da karışıklıkların bulunmasından ötürü bu sefere karşı çıktılar. Onları dinlemeyen Mahmut, 6 Ekim 1037'de Gazne'den ayrıldı ve 1038 yılının kışına kadar Hindistan'da birçok kaleyi ele geçirdi.[67] Mesut seferdeyken Türkmenler, Horasan'daki 2 Gazneli şehrini yağmaladı. Bunun üzerine gönderilen Gazne ordusu, Mayıs 1038'de ağır bir yenilgiye uğradı ve Nişabur'u kaybetti.[68][67] Karahanlılar'la arası tekrar bozulan Mesut, otuz filin de yer aldığı ordusuyla harekete geçerek 6 Nisan 1039'da yapılan savaşı kazandı ve Belh şehrine döndü. Haziran 1039'da Selçuklular ile Gazneliler arasında bir savaş daha çıksa da iki taraf da birbirine üstünlük sağlayamadı ve iki taraf arasında anlaşmaya varıldı.[69] Türkmenlere güvenmeyen Mesut, hazırlık yaparak Nişabur üzerine yürüdü ve 16 Ocak 1040'ta şehre girdi. Ancak, aşırı tahribata uğramış Nişabur'da yiyecek sıkıntısı vardı, çevre vilayetlerden erzak getirtmek için Mesut, Selçuklu topraklarında ilerlemeye başladı. Yine de erzak bulamayan Mesut, Merv şehrine yürümeye karar verdi. 22 Mayıs 1040'ta Gazne ordusundan Selçukluların tarafına geçen Türkmen atlılarıyla bir çatışma sonucu ikmal hatları kesilse de, Gazneli Mesut'un ordusu savaş düzenini aldı.[70]

Dandanakan Savaşı [değiştir]

Dandanakan Savaşı'nı gösteren bir minyatür.
Ana madde: Dandanakan Savaşı

24 Mayıs 1040'ta başlayan savaşta, Gazne ordusu Dandanakan Kalesi'ne yürürken Selçuklu ordusu hücuma geçti. Gazneli ordusu bu hücuma rağmen öğleye doğru kaleye ulaşabildi. Gazneli Mesut'un verdiği bir karardan hemen sonra, 375 saray gulamının Gazne ordusundan ayrılarak Selçukluların tarafına geçmesi ve daha önce kaçmış olanlarla birleşmesi savaşın kaderini değiştirdi. Selçukluların hücumu sonrası, yorgun ve moralsiz olan Gazne ordusu dağıldı.[71]

Bu muharebe Selçuklular'ın bölgede hakimiyetinin başlangıcı ve Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşu olarak kabul edilir.[72][73]

Dandanakan'daki yenilginin ardından, Selçuklulardan çekindiği için Hindistan'a gitmeye karar veren Mesut, oğlunu ve devlet hazinesini de yanına alarak 15 Kasım 1040 tarihinde Hindistan yoluna çıktı. Ancak, Türk ve Hint gulâmlarının yoldayken ayaklanması sonucu Mesut'un kardeşi Gazneli Muhammet, 21 Aralık 1040 tarihinde ikinci kez Gazne sultanı ilan edildi. Mesut, Kurri kalesinde hapse atıldı, 17 Ocak 1041'de bu kalede öldürüldü.[74][75]

Selçuklular ile mücadele ve yıkılış [değiştir]

Gazneli Muhammet, ikinci kez tahta geçtikten sonra hemen başkent Gazne'ye dönmemiş ve kışı Peşaver'de geçirmişti. Babasının ölüm ve amcasının tahta çıkış haberlerini alan Gazneli Mevdud, Gazne'ye geldi ve hükümdarlığını ilan etti. Bahar geldiği zaman da, amcası Gazneli Muhammet'in üzerine yürüdü. 8 Nisan 1041'de Celalabat'ta yapılan çarpışmayı Mevdud kazandı ve Gazneli Muhammet'le taraftarları öldürüldü.[74][76]

Gazneli Mevdud, Gazne Devleti'nde tam olarak hâkimiyet kuramamıştı, çünkü kardeşi Mevdud, Hindistan ordusuyla tahtı ele geçirmek için Gazne'ye yürümekteydi. Ancak, Mecdud 11 Ağustos 1041'de Lahor'daki çadırında ölü bulundu. Bu sayede hâkimiyetini tamamen ilah eden Mevdud, Sistan'da hâkimiyeti ele geçirmeye çalıştı. Ne var ki, tam anlamıyla başarılı olamadı. 1043-1044 yıllarında Hint racalar bir araya gelip isyan etse de bu isyan bastırıldı ve racalarla devletin arasının düzeltilmesi yönünde somut adımlar atıldı.[77]

Gaznelilerin Selçuklular karşısında kaybettikleri toprakları geri almak isteyen Mevdud, Çağrı Bey'in kızıyla evli olmasına rağmen, Çağrı Bey'in hastalanmasını fırsat bilerek Horasan'a bir ordu yolladı. Bunun üzerine Çağrı Bey'in görevlendirdiği Alp Arslan, Ağustos-Eylül 1043'te Gazne ordusuna saldırdı ve birçok ganimetle babası Çağrı Bey'in yanına döndü. Selçukluları tek başına yenemeyeceğini anlayan Gazneli Mevdud, bir takım ittifak arayışlarına girdiyse de, hastalığı buna izin vermedi ve 18 Aralık 1049'da hayatını kaybetti.[78]

Gazneli Mevdud'un ölümünden sonra yerine geçen Gazneli II. Mesut, Mevdud'un Çağrı Bey'in kızıyla olan evliliğinden doğmuştu. Onun küçük yaşından dolayı, kısa saltanatındaki devlet işleriyle annesi ilgilenmişti. Devletin ileri gelenleri II. Mesut'u 29 Aralık 1049'da tahttan indirerek yerine Sultan Ali'yi geçirdiler. Ali, tahta geçtikten sonra, amcası Abdürreşit'i hapsettirmiş ve vezirinin komuta ettiği bir orduyu orduyu Sistan'a göndermişti. Vezir ise, hanedanın en yaşlı üyesi olan Abdürreşit bin Mahmut'u hapisten çıkarıp onu sultan ilan etti. Ordunun amcasının elinde olduğunu gören Sultan Ali kaçmaya çalıştı ama yakalanarak hapsedildi.[79] 24 Ocak 1050'de Gazne tahtına oturan Abdürreşit, Gaznelilerin Hindistan'daki durumunu sağlamlaştırmaya çalıştı. Abdürreşit, başkomutan tayin ettiği Tuğrul Bozan'a Selçukluları durdurma görevi vermişti. Tuğrul Bozan, 1051'de Selçukluları mağlup etti ve Sistan'ı ele geçirdi. Sonra Gazne'ye yürüyen Tuğrul Bozan, Sultan Abdürreşit ve on bir şehzadeyi öldürerek tahtı ele geçirdi. Bu katliamdan Ferruhzad, İbrahim ve Şücâ adlı şehzadeler kurtulabildi.[80] Gazneli Sultan Mesut'un gulâmlarından birinin Tuğrul Bozan'ı hançerleyince, sağ kalan üç şehzade de kurtulmuş oldu. Bundan sonra Gazneli komutanlar bir araya geldiler ve sultanlık için Şehzade Ferruhzad'ı seçtiler. Bir soruşturma açılarak, Sultan Abdürreşit'in öldürülmesinde rol oynayan kişiler bulundu ve öldürüldü.[81]

1071'de Selçuklu-Gazneli sınırı

Sultan Ferruhzad, saltanat değişikliğini öğrenen ve Gazne'ye yürüyen Selçukluları bozguna uğrattı; Çağrı Bey, Horasan'a çekildi. Büyük bir Gazneli ordusunun Selçuklu ordusunu Toharistan'da mağlup etmesi üzerine Gaznelilere saldırmak için babasından izin alan Alp Arslan, 1053'te Gaznelileri yenilgiye uğrattı. Sultan Ferruhzad'ın 4 Nisan 1059'da ölünce yerine kardeşi İbrahim bin Mesut geçti.[82]

İbrahim'in sultan olmasıyla uzun bir süre devam eden Gazneli-Selçuklu mücadelesine, 1059'da yapılan bir barış antlaşmasıyla son verildi. İki taraf arasındaki sınır, Afganistan'ın kuzeyindeki Hindukuş Dağları olarak belirlendi. İbrahim, bu sakin devreden yararlanıp ülkeyi düzene sokmaya çalıştı. Ancak, 24 Kasım 1072'de Alp Arslan'ın ölümünden sonra, yerine Melikşah geçince ilişkiler yeniden bozuldu. Sultan İbrahim de ataları gibi Hindistan'a seferler düzenledi. 1079-1080 yılları arasında bazı kaleleri alan İbrahim bin Mesut, Gurlular ile de mücadele ederek, onlar karşısında üstünlük sağladı. İbrahim, Eylül-Ekim 1099'da öldü[83] ve yerine oğullarından Gazneli III. Mesut geçti. III. Mesut, Sultan Melikşah'ın kızıyla evliydi. Hindistan'da birtakım başarılar elde eden III. Mesut, Şubat-Mart 1115'te 54 yaşında öldü ve yerine oğlu Şirzad geçti. Kısa bir süre tahtta kalan Şirzad, kardeşi Arslanşah tarafından tahttan uzaklaştırıldı ve öldürüldü.[84] Bu taht mücadelesinde Arslanşah'ın Şirzad dışındaki kardeşlerinden de bazıları öldürüldü, bazıları da tutuklandı. Bunlardan sadece Behramşah kurtulabilmişti.

1100 yılında Avrasya ve Gaznelilerin çöküşü.

Behramşah, Selçuk Sultanı Melik Sencer'le iyi ilişkiler kurarak onu, Arslanşah'a karşı savaşmaya ikna etti. Melik Sencer, 25 Şubat 1117'de Gazne'ye girdi ve Behramşah'ı tahta geçirdi. Daha sonra Melik Sencer'le Behramşah bir antlaşmaya vardılar. Buna göre, Behramşah hutbeyi sırasıyla önce Abbasi halifesi, Selçuklu sultanı Muhammet Tapar ve Melik Sencer adına, sonra da kendi ismine okutmayı, ayrıca Sencer'e yıllık vergi ödemeyi kabul etti. Arslanşah, Melik Sencer'in Gazne'den ayrılmasını fırsat bilerek saldırsa da, Melik Sencer'den yardım alan Behramşah'ı yenemedi ve Eylül-Ekim 1118'de öldürüldü.[85] Hindistan valisinin 1119'da isyan etmesi üzerine harekete geçen Behramşah, onu ve 17 oğlunu öldürerek Hindistan'da egemenliğini sağlamlaştırdı. Behramşah, Sultan Sencer'in itaatinden çıkınca, 1135'te Sultan Ahmet Sencer Gazne'ye geldi. Behramşah Hindistan'a kaçtı, Ahmet Sencer de, devlet hazinesine el koydu. Behramşah ancak ona tekrar itaatini bildirerek tekrar tahta oturabildi.[86]

Gurlularda yaşanan bir taht mücadelesi sonrası, Gazne'ye sığınan Gurlu bir hükümdarın şaibeli bir şekilde ölmesi üzerine Gurlular, Gazneliler ile ilişkilerini bozdular ve Eylül-Ekim 1148'de Gazne'yi ele geçirdiler. Gazne halkının şehirden uzaklaşan Behramşah'a gizli mektuplar gönderip Gazne'yi alması yönünde isteklerde bulununca harekete geçen Behramşah, tekrar yenilgiye uğradı ve Hindistan'a kaçtı. 1151'de ise Gurlular, Gazne'de büyük bir tahribat yaptılar. 24 Haziran 1152'de Sultan Sencer tarafından yenilgiye uğratılan Gurluların Gazne'den çekilince Behramşah şehre geri geldi. Behramşah 1157 yılı başlarında Gazne'de öldü.[86] Yerine oğlu Hüsrevşah geçti. Sultan Sencer, Oğuzlar tarafından esir edilince, Gurlular harekete geçtiler ve 1157'de bazı Gazne şehirlerini ele geçirdiler. Bundan sonra başkentlerini Lahor'da yaşatabilen Gaznelilerin son hükümdarı olan Hüsrevşah'ın oğlu Hüsrev Melik, Pencap çevresinde hüküm sürdü. Gurlular, 1186'da Hüsrev Melik'i ve oğullarını esir alarak, Gazne Devleti'ne son verdi.[87]

Devlet teşkilatı [değiştir]

Gazneli devlet anlayışı, İslam halifesini veya onun adına hüküm süren hükümdarları "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi" olarak telakki eden İslami anlayışla bağdaşan, İrani, İslami ve Türki hâkimiyet anlayışlarının bir sentezi şeklinde gerçekleşmiştir.[88] Samanîler gibi köklü ve esaslı devlet teşkilatına sahip bir İslam devletine bir süre hizmet eden ve bir süre de ona tâbi olarak varlığını sürdüren Gazneli Devleti, Orta Çağ İslam devletlerinin özelliklerini, devlet, hükümet ve hâkimiyet anlayışlarını aynen yansıtmaktadır. Teşkilat olarak da, Abbasî, Samanî ve eski Türk (Eftalit, Göktürk ve Uygur) gelenekleri görülmüştür.[89]

Daha önceki Türk-İslam devletlerinde olduğu gibi Gaznelilerde de hükümdar adına hutbe okutmak ve para bastırmak, hükümdarlık belirtilerindendir. Ülkede emir veya sultan, devletin tam hâkimidir. Gazneli Mahmut'tan önceki hükümdarlar, emir unvanını kullanırken, Gazneli Mahmut ve sonrasındaki hükümdarlar "sultan" unvanını kullanmışlardır.[3] Devlet dairelerine dîvân denilmektedir. Bu dîvânların en önemlileri, Dîvân-ı Vezâret, Dîvân-ı Arz, Dîvân-ı Risâlet ve Dîvân-ı İşrâf idi. Dîvân-ı Vezâret, maliye ve genel yönetim işlerine bakardı ve başkanı vezirdi. Dîvân-ı Arz, bugünkü Savunma Bakanlığının karşılığı olup, başındakine Arız veya Sâhib-i Dîvân-ı Arz denilirdi. Yüksek askeri rütbeliler genellikle hâcîb diye anılırken, sivil görevli olan vezirler ve divan sahipleri hâce-i bozorg ve hâce olarak adlandırılmıştır.[90] Gazneli idaresindeki sivil bir görevlinin alabileceği en yüksek unvanlardan biri de amîd olup, vezirler, divan sahipleri ve bürokrasideki birkaç kişi için kullanılmıştır. Vilayetlere, özellikle de Irak yakınlarına tayin edilen görevliler (kethüdalar/eyalet vezirleri) amîd-i Irak olarak vasıflandırılmışken, özel statü arzeden Harezm bölgesi valilerine harezmşah unvanı verilmiştir.[90] Ayrıca bir eyalette, sivil idarenin başındaki görevliye sâhîb-i dîvân denirdi; sâhîb-i dîvân, vergilerin toplanması ve yönetim işlerinden sorumluydu.

Askeri teşkilat [değiştir]

Gazneli Devleti, başlangıçta genişleme siyaseti takip ettiğinden ordu hazır durumda bulunurdu. Gaznelilerde askerî teşkilatı: gulâmlar, vassal devlet askerleri, Türkmenler ve bölge kuvvetleri ve fillerden oluşurdu. Ancak, ordunun temel gücünü gulâmlar oluştururdu.[91] Orduda en küçük rütbe hayltaş (ya da ser-i visak) olup 10 süvarinin kumandanıdır. 100 kişilik süvari kumandanı kâid, 500 süvarinin kumandanı serhenk, en az 1000 kişinin kumandanı sâlâr ya da sipehsâlâr ve ordu kumandanı da hâcib olarak verilirdi.[92]

Gulâmların çoğunluğu Türk olup, sayıları yaklaşık 4000-6000 kişiydi. Sonraları bu gulâmlara Hintliler ve Tacikler de katılmıştı. Bunların kumandanına sâlâr-ı gulâmân denirdi. Sultanın muhafız kuvveti olan gulâmlar ise, gulâmân-ı hâs olarak adlandırılırdı. Orduda kuzeyden gelen ücretli Türkmen (Yağmalar, Karluklar ve Halaçlar gibi) askerler de yardımcı kuvvet olarak bulunurdu. Eyalet valileri de mahallî savunmada kullanmak amacıyla kabilelerden asker kaydederlerdi. Orduda önemli bir unsuru da Hindistan'dan haraç olarak alınan fillerdi. Ordudaki fil sayısı 1700 civarındaydı. Ayrıca, devletin kuruluşundan itibaren savaşlarda gönüllü gazilerden de faydalanılmıştır.[93]

Adlî teşkilat [değiştir]

Gaznelilerde adalet mekanizması, şer'i ve örfi olmak üzere iki temal esasa oturtulmuştur. Şer'i kanunları (evlenme, boşanma, miras, v.s) kadılar yürütür, onlara neredeyse sultan dahi müdahale edemezdi. Her vilayet veya eyaletin merkezinde kâdiyyü'l-kudât diye adlandırılan bir baş kadı bulunurdu. Kâdiyyü'l-kudât'ın zaman zaman yetkilerini taşıyan şahıslara da nâib denilirdi.[90] Adlî teşkilatta önemli bir konuma sahip olan kadıların dürüst görev yapmalarını sağlamak amacıyla onlara yüksek ücret ödenirdi. Ancak, Gaznelilerde Dîvân-ı Mezâlime bizzat hükümdar başkanlık ederdi ve burada halkın şikâyetlerini dinleyip karar verirdi.

Din [değiştir]

Abbasî Devleti içinde veya dışında ortaya çıkan tüm müslüman devletlerin hükümdarları halifeye dinî yönden bağlılıklarını bildirirlerdi. Gazneli Mahmut, cülusundan itibaren Abbasî Hilafeti'ne karşı büyük bir bağlılık göstererek Kadir Billâh'tan hükümdarlık onayı aldığı gibi, ayrıca, bütün memleketinde de Sünni akaidini yaymaya ve Şiilik'i her türlü şiddetli tedbirlerle imhaya çalışmıştır.[94] Ayrıca, Gazneliler Abbasîlerle yapılan diplomatik görüşmelerde Samanîlerin göreneklerini uygulayarak diğer devlet temsilcilerinden daha gösterişli karşılamalar yapmış ve daha hürmetkârâne olmuşlardır.[95] Hutbeyi sultanın ve halifenin adına okutmanın yanında, Gazneliler bastırdıkları sikkelerde de sultanın isminin yanında halifenin ismini kullanmışlardır.[96]

Kültür ve sanat [değiştir]

III. Mesut minaresi (12. yüzyıl)

Gazneliler sayesinde bölgede kurulan siyasî birlik, kültürel açıdan bir İran devleti değil fakat, İranlaşmış bir Türk devleti olduğu görülür.[97] Gazneliler dönemi, kültür ve sanat bakımından da daha sonraki İslam devletlerini etkilemiştir. Mimarlık alanındaki başarıların, yeniliklerin izleri Anadolu beyliklerinde bile görülmüştür.[7]

Gazneliler döneminde Nişabur yakınlarında inşa edilmiş pek çok medrese mevcuttu. Gazneliler zamanında pek çok kütüphane tesis edilmiştir. Sultan Mahmud Gazne Camiinin civarına içinde kütühanesi olan geniş bir medrese yaptırdı. Ayrıca, Dâru'l-'Ulûm adlı bir medrese ile birlikte, kapının yanında, içinde antika eşyalar, nadir ve eşi bulunmayan eserlerin toplandığı adeta bir müze de tesis etmiştir.

İslam ve Hint sanatının karşılaşma yeri olan Gazne, mimarisi, resmi ve süslemesi bir yandan Büyük Selçuklu, öte yandan da Babürlü sanatını etkilemiştir.[8] Gazneli Mahmut, kendi devrinde bir kültür merkezi hâline gelen Gazne'de; medreseler, kütüphaneler, hastaneler, bahçeler, saraylar, köpüler ve camiler yaptırmıştı. Gaznelilerden günümüze kalan en önemli sanat eseri, Afganistan'ın Büst kentindeki Leşgeri Bazar Sarayı'dır. Son yıllarda, gene aynı çevrede cami kalıntıları da bulunmuştur. Mimarlık yanında süsleme sanatları da Gaznelilerde önem kazanmıştı. Buna yazı sanatına duyulan ilgiyi de eklemek gerekir: kûfi yazı en olgun biçimini Gazneli Sultan İbrahim (1059-1099) döneminde almıştır. Gazneli sanatı Selçuklu ve Hint sanatlarını etkilemiştir.[98]

Gazneli dil ve edebiyatı [değiştir]

Gaznelilerde resmî dil Farsça olmasına rağmen orduda Türkçe kullanılmaktaydı. Buna örnek olarak, Gaznelilere ait Farsça metinlerde bir takım memuriyet isimlerinin başına geçen Farsça "buzurg" kelimesi, Türk unvanlarda geçen "ulug" tabirinin karşılığı olması verilebilir.[99] Gazneliler, Samanîler gibi Farsçaya ve İran kültürüne adapte olmuşlar ve Farsça edebiyatı desteklemişlerdi. Gaznelilerin sarayında ünlü Farsça yazarları büyük edebiyat eserleri yazmışlar. Bunların arasında Şâhnâme'nin yazarı Firdevsî ve İslam tarihi bilginlerinden Biruni de vardır. Gazneliler dönemi, Fars edebiyatının en parlak olduğu devirlerden biridir.[100][7] Gazneli hükümdarları, Farsça şiir yazan şairleri korumakta ve fikrî alanda Samanîlerin bıraktıkları mirasa sahip çıkıyordu. İran destanını ihya ettiren Gazneli Mahmut, aynı zamanda Türk geleneklerine de önem vermiş ve ilk İslamî Türk şiiri onun zamanında görülmüştür.[99] Fars kültürünü ve Farsça'yı yeniden canlandıran ünlü şair Firdevsî, Fars edebiyatı tarihinde bütün devirlerin şaheser yapıtı olarak kabul edilen Şâhnâme'yi bu dönemde kaleme almıştır. Bu dönemde başkent Gazne, bir edebî merkez özelliği kazanmış ve çeşitli bölgelerden çok sayıda şair ve yazarın Gazneli sarayına yönelmesi sağlanmıştır.[100]

Bu dönemde şairler, kendilerinden önceki şairlerin eserlerine yansıtmış oldukları millî duygulardan, geleneklere olan bağlılıklardan uzaklaşmaya başladılar. Dönem şairlerinin çok azının eserlerinde millî duygulardan, geleneklerden ve İran halkının âdetlerinden bahseden şiirlere rastlanır.[101] Sultan Mahmut'un İslam'ı Hindistan'da yayma çabaları da Gazneli edebiyatını etkilemiştir. Yazılan mensur eserlerin çoğunluğunun Arapça olmasına karşın, bunlar içerisinde Farsça eserler de mevcuttur.[102]

Gazneliler, siyasî alanda oldukça güçlü bir saltanat sürmekle birlikte ilim ve edebiyat alanında da çok değerli ürünlerin ortaya konmasına vesile olmuşlardır. Gazneliler tarafından esir edilen Biruni, astronomi ve matematik çalışmalarının doruğuna Gazne'de geçirdiği on yıl zarfında ulaşmıştır.

Gaznelilerin tarihe etkileri [değiştir]

Gaznelilerin tarihte oynadıkları en önemli rol, İslam dinini Hindistan'ın içlerine kadar yayabilmeleridir.[7][8] Bu yüzden bazı tarihçiler, bugünkü Hindistan-Pakistan ayrılığının temelinin Gazneliler tarafından atıldığını savunur.[7]

Mehmet Fuat Köprülü'ye göre, tamamiyle askerî bir teşkilattan ibaret olup, millî bir esasa dayanmayan bu Türk saltanatının Türk ve İslam tarihindeki başlıca rolü, Kuzey Hint fetihlerine yol açarak İslamiyet'e Pencap'ta kuvvetli bir dayanak noktası oluşturması ve sonraki Türk ya da müslüman devletleri için sağlam bir zemin hazırlamış olmasıdır.[103]

Gazneli sultanları [değiştir]

Samanî Devleti'nin dağılma ve saray isyanları devresinde durumdan yararlanarak ortaya çıkan bir hanedanlıktır.[104]

  • Alp Tegin (961-963)
  • Ebu İshak İbrahim (963-966)
  • Bilge Tigin (966-975)
  • Böri Tigin (975-977)
  • Sebük Tigin (977-997)
  • İsmail (997-998)
  • Mahmut (998-1030)
  • Muhammet (1030-1031)
  • I. Mesut (1031–1041)
  • Muhammet (ikinci kez) (1041)
  • Mevdud (1041-1049)
  • II. Mesut (1049)
  • Ali (1050)
  • Abdürreşit (1050-1052)
  • Tuğrul Bozan (1052)
  • Ferruhzad (1052-1059)
  • İbrahim (1059-1099)
  • III. Mesut (1099-1115)
  • Şirzad (1115-1116)
  • Arslanşah (1116-1117)
  • Behramşah (1117-1157)
  • Hüsrevşah (1157-1160)
  • Hüsrev Melik (1160-1186                                                                                                                                                            

    Büyük Selçuklu Devleti

    Vikipedi, özgür ansiklopedi
     
     
    Warning: Value not specified for "continent"
    سلجوقيان / Salcūqiyān
    دولت سلجوقیان / Dawlat-i Saljūqiyiān
    Büyük Selçuklu Devleti
    3by2white.svg
     
    3by2white.svg
     
    3by2white.svg
     
    Flag of PalaeologusEmperor.svg
     
    1038 – 1157
    konumu.
    Büyük Selçuklu Devleti[kaynak belirtilmeli]
    Başkent Nişabur, Rey, İsfahan
    Resmi dili Farsça[1]
    Dini Sünni İslam
    Etnik Gruplar Rumlar, Oğuzlar, Ermeniler, Çerkezler, Gürcüler, Afganlar, Araplar, Kürtler, Farslar
    Yönetim Not specified
    Sultan
     - 960-1009[2] Selçuk Bey
     - 1131-1157 Ahmed Sencer
    Tarih  
     - Kuruluş tarihi 1038
     - Dandanakan Muharebesi 1040
     - Malazgirt Muharebesi 1071
     - Katvan Muharebesi 1141
     - Sencer'in Oğuzlar tarafından esir alınması 1153
     - Yıkılış tarihi 1157
     
    Önceller
    Ardıllar
    3by2white.svg Gazne Devleti
    3by2white.svg Batı Karahanlılar
    3by2white.svg Büveyhoğulları
    Flag of PalaeologusEmperor.svg Doğu Roma İmparatorluğu
    Harezmşahlar BlackFlag.svg
    Anadolu Selçuklu Devleti 3by2white.svg
    İldenizliler
    Zengiler 3by2white.svg
    Artuklu Beyliği 3by2white.svg
    Saltuklu Beyliği 3by2white.svg

    Büyük Selçuklu Devleti (Arapça: السلاجقة al-Salācike, Farsça: سلجوقيان Salcūkiyān), Selçukluların kurduğu ilk devlettir.

    Göçmen Türklerde bozkırdaki ırmakları geçiş büyük önem arzediyordu. Oğuzname'de salı keşfeden kişi boyun önemli bir atası sayılmaktadır. Hanedanın atası olan Selçuk Bey tarafından temeli atılan bu devlet Bağdat'ı kendine başkent yaparak Abbasi halifesinin koruyucusu konumuna erişti. 1092 yılında Selçuklu hükümdarı Melikşah'ın ölümünden sonra bölünmeye uğradı. Selçuklular tarafından kurulan diğer devletler Kirman Selçuklu Devleti, Irak Selçuklu Devleti, Suriye Selçuklu Devleti ve Anadolu Selçuklu Devleti'dir. 1040-1157 yılları arasında hüküm süren Büyük Selçuklular, en güçlü oldukları dönemde Harezm, Horasan, İran, Irak, Suriye, Arap Yarımadası ve Anadolu'nun büyük kısmına egemen olmuş bir Türk devletidir. Kapladıkları alan doğuda Balkaş ve Issık Gölleri, Tarım Havzası; batıda Ege ve Akdeniz sahilleri, kuzeyde Aral Gölü, Hazar Denizi, Kafkasya, Karadeniz; güneyde Arabistan dahil Umman Denizi'ne kadar ulaşıyordu (10.000.000 km2).

    Kuruluş [değiştir]

    Kınık boyu Orta Asya'daki Oğuz boylarından biriydi. Selçuk Bey Hazar İmparatorluğunda subaşı(ordu komutanı) görevindeydi. Selçuk Bey giriştiği taht mücadelesini kaybedince 10. yüzyılın ikinci yarısında ailesi ve ordusu ile birlikte İran yönüne göç ettiler. Bu göçebe topluluk Karahanlılara ve Samanîlere savaşlarda asker vererek karşılığında geniş otlaklar elde etti. Burada müslümanlığı benimsedikten sonra Samanîler Devletinin yönetiminde söz sahibi oldu. Samanîler Devleti yıkılınca Selçuk Bey, Müslüman halkıyla birlikte Horasan bölgesine yerleşti. Selçuk Bey'in 1009'da ölümünden sonra daha da güneye indiler.

    Selçuk Bey'in oğlu Arslan Bey'in yönetiminde, Karahanlıları ve Gaznelileri endişelendirecek kadar güçlendiler. Arslan Bey'in Gaznelilerce tutuklanması ve 1032'de ölmesinden sonra, Selçuk Bey'in torunları Tuğrul Bey ve Çağrı Bey bağımsızlıklarını elde etmeye giriştiler. Selçukluların teşkilatlı devlet düzenine girmesi bu döneminde oldu. Devletin ilk yöneticisi Tuğrul Bey'di. Selçuklular 1035'te büyük bir Gazneli ordusunu yenerek Horasan içlerine doğru ilerlediler. 1037'de de, bugünkü Türkmenistan’da yer alan Merv kentini ele geçirdiler. 1038'de Gaznelileri ikinci kez yendiler ve Nişabur kentine girerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Tuğrul Bey sultan sanıyla hükümdar ilan edildi ve Büyük Selçuklu Devleti de böylece kurulmuş oldu.

    Gazneli I. Mesut, Büyük Selçuklu Devleti’ni ortadan kaldırmak amacıyla güçlü bir orduyla Selçuklu topraklarına girdi. Gazneli ve Büyük Selçuklu orduları, Merv yakınlarında Dandanakan denen yerde karşılaştılar. Mayıs 1040’ta yapılan Dandanakan Savaşı'nda, Büyük Selçuklular Gazneli ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaştan sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin Harzem ve Horasan'da varlığı kesinlik kazandı. Tuğrul Bey, bu savaşın ardından giriştiği fetihlerle bütün İran'ı denetimi altına aldı. 1041'de Kirman, 1042'de Harzemşahlar ve Kakuveyhîler, Cürcan'da Ziyarîler ve Misafirîler, Hamedan ve İsfahan şehirleri, 1051'de Şiraz'daki Kalicarîler, 1052'de Umman, 1054'te Tebriz'deki Revadîler, Diyarbakır'daki Mervanîler, Hille'deki Mezyedîler, Musul'daki Ukaylîler, 1056'da Huzistan'daki Hezâresbîler ve Büveyhoğulları'nın toprakları Büyük Selçuklu Devleti'ne katıldı. Devletin sınırları, batıda Bizans, güneybatıda Abbasiler, kuzeybatıda Gürcistan topraklarına dayandı.

    18 Eylül 1048'de Erzurum yakınlarındaki Pasinler Ovası'nda birleşik Bizans-Gürcü ordusuyla yaptığı Pasinler Savaşı'nı kazanan Büyük Selçuklular, Doğu Anadolu içlerine akınlar düzenlemeye başladılar. İslam dünyasının dinsel önderi konumundaki Abbasiler, bu dönemde Bağdat'ı elinde tutan Büveyhilerin siyasal baskısı altındaydı. Tuğrul Bey, Halife Kâim'in çağrısı üzerine 15 Aralık 1055'te Bağdat'a girdi ve Büveyhileri halifeliğin merkezinden çıkardı. Bu olayın ardından Büyük Selçukluların İslam dünyasındaki itibarı arttı.

    Alparslan [değiştir]

    Tuğrul Bey 1063 yılında ölünce kardeşi Çağrı Bey'in oğlu Alparslan tahta geçti. Alparslan Büyük Selçuklu topraklarını daha da genişletti. 1071'de Malazgirt Savaşı'nda Bizans İmparatoru Romen Diyojen'i yenerek tutsak aldı. Malazgirt zaferinin asıl önemi, Anadolu'yu Türklere açmış olmasından gelir. Anadolu içlerine akınlarını sürdüren Büyük Selçuklu komutanları yeni topraklar ele geçirdiler ve bağımsız yeni devletler kurdular.

    Alparslan 1072'de ölünce Büyük Selçuklu Devleti’nin başına oğlu Melikşah geçti. 1072-1092 arasında hüküm süren Melikşah dönemi, Büyük Selçuklu Devleti’nin en parlak dönemi oldu.

    Süleyman Şah komutasında Anadolu'yu fetheden Türk ordusu 1077'de tarihi Hıristiyan şehirlerinden İznik'i alarak Marmara Denizi, 1081'de İzmir'in fethiyle Ege, 1084'te Sinop'u fethiyle Karadeniz kıyılarına ulaştı. Ocak 1085'te Antakya ve 28 Şubat 1087'de Urfa ele geçirildi.

    Diğer bölgelerde de seri fetihler devam etti. 1071'de Selçuklu komutanı Atsız Bey Suriye, Lübnan, Kudüs ve Filistin'i fethetti. Ekim 1074'te Akka'yı, 10 Haziran 1076'da bölgenin merkezi Şam'ı Türk topraklarına kattı. 1076'da Kahire'yı başarısız kuşatma girişiminde bulundu.

    Artuk Bey ise Ocak 1077'de Lahsa, Katif, Kuveyt ve Bahreyn'i aldı. Haziran 1087'de Lübnan'da Sayda zaptedildi.

    1070-1072 arasında geçici olarak Selçukluların eline geçen Hicaz 1080'den sonra kalıcı olarak Türk topraklarına katıldı ve Kızıldeniz'e çıkıldı. 1092'de Yemen, Aden ve Lahec'in fethiyle Hint Okyanusu'na ulaşıldı.

    Doğuda ise 1074'te Semerkant fethedilerek Batı Karahanlı Devleti, 1089'da Kaşgar fethedilerek Doğu Karahanlı Devleti Selçuklu tâbiyetine alındı.

    Selçukluların saldırılarına maruz kalan Bizans İmparatorluğu özellikle Komnenos Hanedanını hüküm sürdüğü 1081-1185 yılları arasında Malazgirt Savaşı'nın yarattığı bozgun durumunu durdurmuş ve Komnenos Restorasyonu diye adlandırılan dönemde Selçuklu yayılması engellenmiş ve geriletilmiştir. Bunda Anadolu'da Haçlı Seferlerinin yarattığı yeni güç dengesi ve özellikle II. Yannis Komnenos'nun başarılı diplomasisinin de büyük payı vardır.

    Melikşah Büyük Selçuklu Devletinin en parlak döneminin yaşandığı zamandır. Bu önemli devlet adamının 37 yaşındayken 1092 yılında bir saray entrikası neticesinde öldürülmesi Ortadoğu tarihinin yazgısını değiştirebilecek nitelikte bir olaydır. Nitekim dört yıl sonra Andolu ve Suriye üzerinden Kudüs'e yönlenen I. Haçlı Seferi karşısında derli toplu bir güç bulamadığından başarıya ulaşmı ve iki yüzyıl sürecek Müslüman-Haçlı mücadelesi başlamıştır.

    Gerileme ve Dağılma Dönemi [değiştir]

    Melikşah'tan sonra sırasıyla başa geçen I. Mahmud (1092-1094), Berkyaruk (1094-1105), Müizzeddin Melikşah (1105-1105) ve Mehmed Tapar (1105-1118) dönemlerinde Büyük Selçuklu Devleti gücünü ve eyaletlerdeki merkezi denetimini giderek yitirdi. 1118'de tahta çıkan Ahmed Sencer’in ülke topraklarını yeniden birleştirme çabası da başarılı olduysa da devlet hiçbir zaman Melikşah dönemindeki sınırlarına ve otoritesine kavuşamadı. 1128 yılında Doğudaki Doğu ve Batı Karahanlı Devletlerine boyun eğdiren Karahitaylar Selçuklu Devleti ile komşu oldu ve baskı yaratmaya başladı. 1141 yılında Karahitay ve Selçuklu orduları arasındaki Katvan Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Selçuklu Devleti hızlı bir dağılma sürecine girdi. Karahitayların devletin en verimli toprakları olan Maveraünnehir'i işgal etmeleri Selçuklu Devleti'nin ekonomisini ve ordusunu iyice sıkıntıya soktu. Sultan Sencer, giderek artan ekonomik buhran nedeniyle ayaklanan göçebe Oğuzlara 1153'te tutsak düştü. İki yıl sonra kaçarak kurtulduysa da ülkede iktidarını yeniden sağlayamadan 1157’de öldü. Büyük Selçuklu Devleti böylece sona erdi.

    Hanedan üyeleri yönettikleri bölgelerde bağımsız davranmaya başladılar. Daha önce bağımsızlıklarını ilan etmiş olan Selçuklu hanedanın kurduğu devletlerden yalnızca Anadolu Selçuklu Devleti, yüz yılı aşkın bir süre daha ayakta kalabildi. Ayrıca devletin gerilemesinin sebepleri arasında Haçlı seferleri, Fatimiler ile olan çatışmalar, Hasan Sabbah'ın Batinilik propogandaları ve Oğuz boylarının ayaklanmaları sayılabilir. Bunun sonucunda ise Abbasi padişahları Selçuklu egemenliğinden kurtulmak için bir takım çalışmalar yürütmüştür. Bunlar Selçuklu Devleti'nin yıkılmasına neden olan etkenler ve nedenlerdir. Özet olarak Selçuklu Devletinin yıkılma nedenleri olarak aşağıdaki nedenler sayılabilir:

    • Merkezi otoritenin zayıflaması
    • Taht kavgaları
    • Oğuz isyanları
    • 1 haçlı seferleri (1096)
    • 2 haçlı seferi (1147)
    • 3.haçlı seferi (1189)
    • 4.haçlı seferi (1204)
    • Atabeylerin bağımsız hareket etmesi
    • Abbasi halifeliğini korumak için büyük mücadelelere girmeleri
    • Fatimiler ve Şiilerin yıpratmaları
    • Şehzade ayaklanmaları
    • Karahitayların istilası
    • Batınilik hareketleri
    • Ülke topraklarının hanedan üyelerinin ortak malı sayılması
    • Kötü yönetim

    Devlet Yapısı [değiştir]

    Büyük Selçuklu Devleti’nin örgütlenme biçimi, kendisinden önceki İslam devletlerine benziyordu. Hint-İran devlet anlayışını yansıtan bu örgütlenmede, eski Türk devlet geleneğinin de belirgin etkisi vardı. Eski Türk devlet geleneğinde olduğu gibi, Büyük Selçuklu Devleti’nde de ülke toprakları hanedanın ortak malı sayılıyordu. Bundan dolayı Büyük Selçuklu toprakları eyaletlere bölünmüştü. Eyaletlerin yönetimi de Melik olarak adlandırılan hanedanın erkek üyelerine bırakılmıştı. Tuğrul Bey'den önce boy başkanına Oğuz geleneğine göre Yabgu deniyordu. İslam dininin benimsenmesinden sonra, hükümdarlar İslam devletlerindeki geleneğe uyarak "sultan" ünvanı ile anıldılar. Suriye Selçukluları ile Kirman Selçukluları’na Irak Selçukluları da katıldı. Büyük Selçuklu topraklarına göçen yeni Oğuz boyları da iç düzeni büyük ölçüde sarstılar. Bu karışıklık döneminde Harzemşahlar, Büyük Selçuklu toprakların büyük bölümünü ele geçirdiler. Bir süre daha direnen Kirman Selçukluları 1175’te, Irak Selçukluları da 1194’te yıkıldı.

    Başkentte oturan sultan, devletin mutlak egemeniydi. Bütün atamalar ve toprak dağıtımı sultanın buyruğuyla yapılıyordu. Ayrıca sultan yüksek yargı kurullarına da başkanlık ediyordu. Hükümdarların "danışman"ı konumundaki kişiler yönetimde önemli rol oynuyorlardı. Alp Arslan döneminde bu göreve getirilen Nizamülmülk, İslam geleneği uyarınca vezir unvanı aldı ve devlet yönetiminde köklü değişiklikler yaptı. Nizamülmülk, devlet yönetimine ilişkin anlayışını Siyasetname adlı kitabında da anlatmıştır. Büyük Selçuklu Devleti’nde devlet işleri "Divan-ı Âlâ" adı verilen bir kurulda görüşülür ve karara bağlanırdı. Ayrıca maliye, askerlik ve adalet işleriyle uğraşan başka divanlar da vardı. Meliklerin yönetimindeki eyaletlerde de büyük ölçüde merkezdeki örgütlenme örnek alınmıştı.

    Toprak Yönetimi ve Ordu [değiştir]

    Büyük Selçuklu Devleti'nin batı sınırları

    Büyük Selçuklu ülkesinde tarım yapılan topraklar ikta denen bölümlere ayrılmıştı ve iktalar hizmet karşılığında belirli süre için ileri gelenlere veriliyordu. Bu usulle verilen topraklar has, ikta ve haraci olarak üçe ayrılıyordu. Has toprakların geliri doğrudan sultan ailesine veriliyordu. İkta sahipleri ise, toprakları işleme karşılığında belli sayıda asker besliyor ve savaş zamanlarında orduya katılıyorlardı. Haraci olarak adlandırılan toprakların geliri de doğrudan devlet hazinesine aktarılıyordu.

    Alp Arslan dönemine kadar beylere bağlı göçebe Türkmenlerden oluşan ordu Nizamülmülk tarafından yeniden yapılandırıldı. Nizamülmülk, aylıklı askerlerden oluşan sürekli bir ordu kurdu. Bu aylıklı askerlere "gulam" deniyordu ve bunlar temel olarak başkentte iktidarı korumakla görevliydi. Savaş sırasında asıl ordu ise ikta sahiplerinin yönetimindeki atlı askerlerden oluşurdu. Ayrıca bağlı devletler de savaş zamanlarında sultanın ordusuna asker gönderiyorlardı. Melikşah döneminde orduda 50 bin kadar atlı asker olduğu bilinmektedir.Kısa bir not Türkler yani Selçuklular orduyla iç içe bir toplum oldukları için onlara 'ordu millet'denirdi.

    Toplumsal ve Ekonomik Yaşam [değiştir]

    Büyük Selçuklu Devleti'ndeki Oğuz boyları ve başka bazı topluluklar göçebeydiler. Oğuz boylarının başında bir bey bulunuyordu. Bu göçebe topluluklar geçimlerini hayvancılıkla sağlıyorlardı ve otlak bulmak için de mevsimlere göre yer değiştiriyorlardı. Devlet göçebe topluluklardan otlak vergisi alıyordu. Yerleşik nüfus ise çiftçilik, zanaatçılık ve ticaretle uğraşıyordu. Kentlerdeki tüccar ve esnaf, işkollarına göre loncalar biçiminde örgütlenmişti. Merkezi devlette görevli memurlar ile sürekli ordudaki askerler maaş alıyorlardı.

    Eğitim, Bilim ve Sanat [değiştir]

    Büyük Selçuklular, kendilerinden önce var olan medreselerde öğretimi sürdürdüler, ama bununla yetinmediler. Vezir Nizamülmülk’ün öncülüğünde ve onun adını taşıyan yeni medreseler kurdular. Nizamiye medreselerinin ilki 1067’de Bağdat'ta açıldı. Daha sonra Isfahan, Rey, Merv(selçukluların başkenti), Belh, Herat, Basra, Musul gibi kentlerde yeni Nizamiye medreseleri kuruldu. Medrese sisteminde programlı ve belli bir yönteme dayanan eğitim ilk kez bu medreselerde verildi. Medreselerde din konularının yanı sıra matematik, felsefe, dil ve edebiyat gibi dersler de okutuluyordu ve medreselerde zengin kitaplıklar vardı. Medreselerin dışında da ülkenin çeşitli yerlerinde kurulmuş kitaplıklar bulunuyordu. Melikşah döneminde önce Isfahan'da, sonra Bağdat'ta birer gözlemevi kuruldu. Büyük Selçuklular Arapça'yı din ve bilim dili, Farsça'yı edebiyat ve devlet dili, Türkçe'yi ise saray ve orduda günlük konuşma dili olarak kullanıyorlardı.

    Büyük Selçuklular, var olan kentleri bayındır hale getirirken yeni kentler de kurdular. Ülkenin pek çok yerinde yeni kurumlar ve yapılar inşa ettiler. Bunlar cami, medrese, kervansaray, hastane, köprü, çeşme, imaret, han, hamam, türbe ve kümbet gibi yapılardı.

    Büyük Selçuklular, ince ve uzun minarelerle cami mimarisine yeni bir anlayış getirdiler. Isfahan'daki Mescid-i Cuma bu anlayışla yapılmış en eski örnektir. Büyük Selçuklu anıtmezarları olan kümbetler de yaygın mimari yapılardır. Kümbetler içten kubbe, dıştan ise piramit ya da konik bir çatıyla örtülüyordu. Dört köşeli, çok köşeli ya da yuvarlak formdaki Büyük Selçuklu kümbetleri genellikle iki katlı olarak yapılıyordu.Bu kümbetlerin alt kat mezar, üst kat ise mescit olarak kullanılıyordu.

    Büyük Selçuklu sanatında hat (yazı), minyatür, ahşap ve taş oymacılığı, çinicilik, maden işleme, cilt ve çeşitli süsleme sanatları da gelişmişti.

    Doğu Karahanlılar

    Vikipedi, özgür ansiklopedisi
    Doğu Karahanlılar
    3by2white.svg
     
    1032 – 1210 3by2white.svg
     
    Başkent Balasagun
    Resmi dili Türkçe, Soğdca, Arapça
    Dini Müslümanlık
    Yönetim Monarşi
    Han
     - 1032-1056 II. Süleyman Arslan Han
     - 1205-1210 III. Muhammed
    Tarih  
     - Kuruluş tarihi 1032
     - Yıkılış tarihi 1210

    Doğu Karahanlılar Devleti, Karahanlı Devleti ikiye ayrılınca; Büyük Kağan unvanıyla, Şerefüddevle lâkaplı Ebû Şüca Süleyman bin Yusuf, merkezi Balasagun ve Kaşgar'ı kendine bırakıp, kardeşlerinden Buğra Han Muhammed'e, Taraz ile İsficab'ı, Mahmud'a ise Arslan Tigin unvanıyla ülkenin doğusunu verdi.

    Konu başlıkları

    [gizle]

    Doğu Karahanlı Tarihi [değiştir]

    Karahanlı devletleri arasında sınır anlaşmazlığından dolayı savaşlar devam etti. Doğu Karahanlı devletinin başkenti Balasagundu. İlk dönemlerde doğudan gelen göçebe Türkler ülke topraklarına kabul edildi ve İslamiyete girmeleri sağlandı.

    Bu sırada Büyük Selçuklu Devleti güçlenmekteydi. Menekşe dönemi, Karahanlılar Selçukluların üstünlüğünü kabul etti. Doğu Karahanlıları Karahitaylar yıktı.

    Bölünme ve Çöküş [değiştir]

    1043 yılında yapılan aile toplantısında ayrıca, eski Büyük Kağan II. Ahmed Han'a da Maveraünnehir, mülk olarak verildi. Fergana'nın bir kısmı zaptedilerek, Bulgar ile Balasagun arasında yaşayan, on bin çadırdan meydana gelen Türkler, 1043 senesi güzünde, topluca İslâmiyet'i kabul etti.

    İslam dininin esaslarına bağlı bir hükümdar olan Süleyman Han, 1056'da kardeşi Ortak Kağan Buğra Han, Büyük Kağan Süleyman Han'la anlaşmazlığa düştü. Muhammed Han, Süleyman Han'ı hapsettirip, büyük kağanlığını ilan etti. On beş ay hükümdarlık yapan Muhammed Han, mevkiini büyük oğlu Hüseyin'e bıraktı.

    Hüseyin Han'ı, kardeşi İbrahim tahttan indirtip, 1057'de Büyük Kağan oldu. İbrahim Han, 1059'da, hânedandan Yınal Tegin tarafından öldürülünce, Tuğrul Kara Han unvanlı Mahmud bin Yusuf başa geçti. Mahmud Han (1059-1074, Ortak Kağan Tabgaç Buğra Kara Han ve Hasan bin Süleyman, kaybedilen toprakları geri almak için harekete geçtiler. 1068 yılında iki taraf arasında yapılan antlaşma ile, Seyhun hudut kesilerek, Fergana, Doğu Karahanlılara bırakıldı. 1074'te Mahmud Han'ın yerine, oğlu Ömer geçti ise de, ancak iki ay hükümdarlık yapabildi. Büyük Kağan olan Buğra Han Hasan bin Süleyman (1074-1103) devrinin ilk yıllarında; Buke Budraç kumandasındaki Yabaku ve Basmılların da aynı safta olduğu yedi yüz bin düşmana karşı, Ömer bin Mahmud kumandasındaki kırk bin Müslüman askeriyle, büyük bir zafer kazanıldı.

    Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah (1072-1092), 1082'de Maveraünnehir'i zaptedip Özkent'e gelince, Doğu Karahanlı hükümdarı Hasan Han, onun hakimiyetini tanıdı. Hasan Han'dan sonra oğlu Ahmed (1103-1128), hükümdar olup, Abbasî Halifeliği ile münasebetlerde bulundu. Halife Mustahzırbillâh (1094-1118), Ahmed Han'ın istediği beratı verip, ona "Nûruddevle" demiştir. 1128'de Karahıtayları, Kaşgar kenti yakınlarında mağlup eden Ahmed Han, onların batıya doğru ilerlemelerini durdurdu.

    Ahmed Han'dan sonra 1128'de hükümdar olan oğlu İbrahim, Karahıtaylardan yardım alarak, rakiplerini yendi. Karahıtaylar, II. İbrahim Han (1128-1158) devrinde Balasagun'u zaptedince, merkez, Kaşgar'a taşındı. Karahıtaylar, kendilerine isyan eden Karluklar'ın üzerine onu gönderdi. 1158'de de, öldürülen II. İbrahim Han'ın yerine oğlu Arslan Han ünvanlı Muhammed ve sonra da torunu Ebü'l-Muzaffer Yusuf geçti. Yusuf Han, 1205'te vefat ettiği sırada, oğlu Ebü'l-Feth Muhammed, Karahıtaylı Kür Han'ın yanında rehin bulunuyordu. Nayman Devleti kurucusu Küçlük tarafından 1207'de kurtarılan Ebü'l-Feth Muhammed, daha sonra Kaşgar'a gönderildi. Ancak, Kaşgar'a varmadan, şehirdeki beyler tarafından yolda öldürüldü (1211). Bu durum, Küçlük'ün, Karahanlı merkezini işgal edip, katliâm yaptırmasına sebep oldu.

    Hânedanlık içi mücadele neticesinde bölünen Doğu Karahanlılar, Moğol Naymanlarca işgal edilerek, hakimiyetlerine son verildi. Böylece Türk milletine ve İslâm'a büyük hizmetleri olan Doğu Karahanlılar Devleti ortadan kalktı.

    Hükümdarlar [değiştir]

    Daha çok bilgi için: Karahanlılar hükümdarlar listesi
    1. Süleyman Han (1032 - 1056)
    2. I. Muhammed (1056 - 1057)
    3. I. İbrahim (1057 - 1059)
    4. Mahmud (1059 - ?)
    5. Ömer (? - ?)
    6. Hasan (1074 - 1102)
    7. Ahmed (1102 - 1128)
    8. II. İbrahim (1128 - 1158)
    9. II. Muhammed (1158 - ?)
    10. Yusuf (? - 1205)
    11. III. Muhammed (1205 - 1210)

Batı Karahanlılar

Vikipedi, özgür ansiklopedi
 
 
Batı Karahanlılar
3by2white.svg
 
1041 – 1212 3by2white.svg
 
Başkent Özkent[kaynak belirtilmeli],
Semerkant
Resmi dili Soğdca, Türkçe, Arapça
Dini Müslümanlık
Yönetim Monarşi
Han
 - 1041-1052 I. Muhammed
 - 1203-1212 Uluğ Sultan Osman
Tarih  
 - Kuruluş tarihi 1041
 - Yıkılış tarihi 1212

Batı Karahanlı Devleti, Karahanlılar'ın bölünmesiyle Maveraünnehir çevresini yöneten ülke.

Başkentleri önce Özkent[kaynak belirtilmeli] daha sonra Semerkant oldu. Melikşah döneminde bağımsız bir devletken Selçuklu egemenliğini girmeyi kabul ettiler. Batı karahan hükümdarı Ahmet Han, Selçuklular tarafından esir alındı ve buraya Selçuklu valisi atandı. Karahanlı topraklarında isyan çıkınca Ahmet Han, Selçuklu egemenliğinde ki Karahanlı topraklarının yönetiminine bölge beyi olarak getirildi.

1141 Katvan Savaşı sonunda Kara Hıtay'a bağlı kalmış Batı Karahanlılar, 1212 yılında Harezmşahlar tarafından tamamen yıkıldı.

[değiştir] Batı Karahanlılar Kağanları

Daha çok bilgi için: Karahanlılar hükümdarlar listesi
  1. I. Muhammed (1041 - 1052)
  2. I. İbrahim (1052 - )
  3. I. Nasr (1068 - 1080)
  4. Hıdır (1080 - 1081)
  5. I. Ahmed (1081 - 1089)
  6. Yakup (1089 - 1095)
  7. I. Mesud (1095 - 1097)
  8. Süleyman (1097)
  9. I. Mahmud (1097 - 1099)
  10. Cibrail (1099 - 1102)
  11. II. Muhammed (1102 - 1130)
  12. II. Ahmed (1129 - 1132)
  13. Hasan (1130)
  14. II. İbrahim (1132)
  15. II. Mahmud (1132 - 1141)
  16. III. İbrahim (1141 - )
  17. Ali (1156 - 1160)
  18. II. Mesud (1160 - ?)
  19. IV. İbrahim (? - 1203)
  20. Uluğ Sultan Osman (1203 - 1212)

Suriye Selçuklu Devleti

Vikipedi, özgür ansiklopedi
(Suriye Selçukluları sayfasından yönlendirildi)
Git ve: kullan, ara

Suriye Selçukluları (1092-1117)

Kuruluşu [değiştir]

Suriye'yi fetheden ve 1078 yılından beri Büyük Selçuklu Devleti'nin Suriye meliki olan Tutuş (Sultan Alparslan'ın oğlu ve Sultan Melikşah'ın kardeşidir), kendini sultan ilân ederek, yeğeni Sultan Berkyaruk'un üzerine yürümüş, Aralık 1094'te Bağdat'ı fethederek adına hutbe okutturmuş, fakat Rey'de yeğenine yenilmişti (1095). Oğullarından Rıdvan Halep'te, ve Dukak Şam'da hâkimiyetlerini ilân ettiler. Halep hakimi Rıdvan Haçlılarla mücadele etti. Bir ara sınırlarını Güney Anadolu'ya kadar genişletti. 1117'de ise her iki bölgede de hâkimiyet, atabeylerin eline geçmişti.

Halep Selçuklu Melikliği [değiştir]

Antakya’yı fetheden Süleyman Şah, Suriye hakimiyetini ele geçirmek istedi. Bu maksatla Halep’i ele geçirmek için hareket etti (1085). Halep Valisi İbn-i Huteytî, Tutuş’tan yardım istedi. Melik Tutuş, yanında Artuk Bey olduğu halde, harekete geçti. İki hânedan üyesi Halep civarında Ayn Seylem mevkiinde karşılaştılar. Yapılan muharebede Süleyman Şah, hayatını kaybetti (1086). Tutuş, Halep’i ele geçirdiyse de, iç kaleyi alamadı. Suriye’deki hadiseler üzerine Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, bölgeye sefer düzenledi. Tutuş, Şam’a çekildi.

Sultan Melikşah’ın Suriye’den ayrılmasından sonra Tutuş, harekete geçip, 1090 senesinde Humus’u ele geçirdi.Trablusşam muhasarası başarısızlıkla neticelendi. Melikşah’ın vefatı üzerine Sultan Berkyaruk’la saltanat mücadelesine girişen Tutuş, Rey yakınlarında yaptığı savaşta komutanlarının karşı tarafa geçmesi sebebiyle mağlup oldu. Genç yaşta hayatını kaybetti (1095). Melik Tutuş’un ölümünden sonra oğullarından Rıdvan Halep’te, Dukak ise Dımaşk’ta saltanatını ilan etti. Böylece Suriye Selçuklu Devleti, Halep ve Dımaşk Melikliği olmak üzere iki kola ayrıldı.

Gelişme Süreci [değiştir]

Melik Rıdvan, Halep Selçuklu Melikliği'ni kurduktan sonra hükümdarlık sahasını genişletmeğe çalıştı. İlk önce beraberinde Vezîr Cenâh ed-Devle olduğu hâlde Suruç üzerine yürümüş, fakat Artukoğlu Sökmen'in başarılı savunması karşısında buradan çekilerek Ermeni Toros idaresindeki Urfa'yı zabtetmişti (1096). Melik Rıdvan şehri iç kalesinin idaresini Antakya valisi Yağı-Basan'a vererek Halep'e döndü. Rıdvan Dımaşk şehrini de alarak, babasının sağlığındaki topraklara sahip olmak istiyordu. Sonuçta Dımaşk'ı kuşattı, fakat başarısız oldu.

İki kardeş arasındaki bu hâkimiyet mücadelesinden faydalanan Fatımiler, Emîr el-Cüyûş Efdal kumandasındaki bir orduyu Kudüs'e gönderdi. Fatımi ordusu 40 gün süren bir kuşatma ve savaştan sonra Kudüs'u Artuk ailesinden teslim aldı (Ağustos 1096). Melik Rıdvan ise aynı ay içinde Antakya yörelerine kadar uzanan yağma ve tahrip akınlarında bulundu, daha sonra Dımaşk'ı ele geçirmek üzere hazırlıklara girişti ise de bu sadece başarısız bir teşebbüs oldu. Çok geçmeden Melik Dukak, Rıdvan'a mukabele olarak Halep üzerine yürümeğe teşebbüs etti. İki taraf orduları Kennesrîn'de karşılaştılar. Rıdvan, Dukak ve beraberindekileri ağır bir yenilgiye uğrattı (20 Mart 1097). Dukak, Rıdvan'ın tabiiyetini tanımak zorunda kaldı.

Bu sırada Rıdvan Halep'deki hakimiyetini devam ettirebilmek için Fatımilerin desteğine ihtiyaç duymuş ve bu devletle işbirliği yapmıştı. Bunun neticesinde hakim olduğu yerlerde 4 hafta süreyle Mısır Fatımi Halîfesi el-Musta'li adına hutbe okuttu. Ancak kendi çevresinin şiddetli tepkileri üzerine hutbe tekrar Abbasi Halifesi adına okunmuş ve Rıdvan, Halife el-Mustazhir'den af dilemişti (1097).

Bu sırada Müslüman ülkelerine batıdan Haçlı Seferleri'nin başladı. Anadolu'yu geçen Haçlılar Antakya'yı aldılar (1098). Haçlılar bundan sonra hakimiyet sahalarını genişletmeğe çalıştı, Antakya kontu Bohemond Halep'e bağlı bazı kaleleri işgal etti. Bir süre sonra Melik Rıdvan harekete geçerek Halep çevresinde Haçlıların eline geçen birçok yerleri geri aldı, böylece bir süre için Haçlı tehlikesinden uzak kalınmıştı.

Fakat bu çok kısa sürmüş, 1105 senesinde Kınnesrin'de Rıdvan ile Haçlılar tekrar karşılaştılar. Ancak Rıdvan Haçlılar ile yapılan savaşı kaybederek Halep'e çekilmek zorunda kaldı (1105). Haçlılar onun bu yenilgisinden yararlanarak Halep bölgesinde yağma ve istilaya giriştiler.

Büyük Selçuklu sultanı Mehmed Tapar 1106 yılında Musul bölgesine Emir Cavlı Sakavu'yu atamıştı. Cavlı Musul'a hâkim olabilmek için Türkiye Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan ile mücâdeleye girişti ve Melik Rıdvan'dan da bu husûsta yardım istedi. Rıdvan da askerleriyle birlikte ona katıldı. Yapılan savaşı kaybeden I. Kılıçarslan Habur suyunda boğuldu (1107). Fakat daha sonra Rıdvan ile Cavlı'nın arası açıldı. Rıdvan bu durumda Antakya prensi Tancred'e mektup yazarak ondan yardım istedi. Ayrıca Cavlı'nın Halep'i tehdit ve onun Suriye'deki Haçlı hakimiyeti için de bir tehlike teşkil ettiğini bildirdi. Tancred, Melik Rıdvan ile anlaşırken, Cavlı da Urfa Kontu Baudouin ile birleşti. İki taraf arasında Tel-Başir'deki savaş, Tancred ve Rıdvan lehine neticelendi (Ekim 1108).

Emir Mevdud idaresindeki Selçuklu kuvvetlerinin Urfa'yı kuşatması (1110), Haçlıları bu şehri kurtarmak maksadıyla bir süre için Suriye'den ayrılmalarına yol açtı. Melik Rıdvan bu fırsattan istifâde ederek Antakya bölgesine kadar akınlarda bulundu. Daha sonra Antakya'ya dönen Tancred Rıdvan'a aralarındaki anlaşmanın bozulduğunu bildirerek karşı harekete geçti, önemli bazı kaleleri zaptederek ve yağma akınları ile bölgeyi büyük zarara soktu. Melik Rıdvan bu durumda Tancred ile daha ağır şartlarda bir barış yapmak zorunda kaldı (1111).

Melik Rıdvan bir süre sonra Haçlıların Halep yöresindeki faaliyetleri sebebiyle güç duruma düşmüş ve yardım için Büyük Selçuklulara başvurmuştu. Sultan Mehmed Tapar'ın çağrısına birçok Müslüman emir uymuş ve Mevdud'un idaresindeki bu Selçuklu ordusu, Joscelin'in elinde bulunan Tel-Başir'i kuşatmıştı. Fakat sonuç alınamamıştır. Melik Rıdvan ise Halep Selçuklu Melikliği'nin Haçlıların baskısı sonunda yok olmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu Emir Mevdud'a bildirerek, Selçuklu ordusunun Halep'e gelmesini istedi. Emir Mevdud bu arzuyu kabul ederek Halep bölgesine geldi. Ancak, muhtemelen Selçuklu askerlerinin sert hareketleri, Rıdvan'ın Halep kapılarını kapamasına sebep oldu. Neticede Selçuklu ordusu Halep önünden ayrılmak zorunda kaldı (Eylül 1111).

Melik Rıdvan gittikçe artan Haçlı baskısı karşısında Dımaşk hakimi Tuğ-Tegin'i Halep'e davet etti. Tuğ-Tegin buna uyarak Halep'e geldi. Neticede Rıdvan ve Tuğ-Tegin bir anlaşma yaptılar. Buna göre, Tuğ-Tegin Rıdvan adına hutbe okutup, para bastıracaktı (1112). Çok geçmeden bu anlaşmanın bozulduğunu görüyoruz. Tuğ-Tegin kendisini tehdit eden Haçlılara karşı birçok Selçuklu emirinden, bu arada Melik Rıdvan'dan da yardım istemişti. Rıdvan muhtemelen yıllık vergi ödediği Antakya Kontu Roger'den çekinerek bu davete uymadı. Ancak Tuğ-Tegin ve Mevdud'un Haçlılara karşı Taberiyye savaşını kazanmalarından sonra yüz atlı gönderdi. Tuğ-Tegin onun bu çekingen davranışına kızarak, aralarındaki anlaşmayı bozdu (1113). Melik Rıdvan bu olaydan sonra çok yaşamamış, şiddetli bir hastalığa yakalanarak 10 Aralık 1113'de Halep'te ölmüştür.

Yıkılışı [değiştir]

Melik Rıdvan'ın ölümünden sonra Haleb Melikliği'nin başına 16 yaşındaki oğlu Alp Arslan el-Ahras geçirildi. Ancak, idare tamamıyla atabegi olan Hadım Lü'lü'nün elinde bulunuyordu. Bu devrede Halep'deki Bâtınîlerden şikâyetler artmıştı. Sultan Mehmed Tapar bir elçi göndererek Bâtınîlere karşı harekete geçilmesi ve onların liderlerinin öldürülmesi için emir verilmesini istedi. Alp Arslan bu isteğe uyarak bir kısım reisleri öldürttü. Bâtınîlerden nefret eden Haleb halkı da bu harekâta katılmıştı. Ancak Alp Arslan'ın meliklik devresi kısa sürdü. Yakınlarının tavsiyesi ile yardım için Tuğ-Tegin'e başvurdu, hatta Dımaşk'a dostça bir ziyaret yaptı. Tuğ-Tegin de onun müracaatını müsbet karşılamıştı. Diğer taraftan Atabeg Lü'lü onun sorumsuzca davranışlarından ve Atabeg Tuğ-Tegin'in isteğine göre hareket edebileceğinden korkmuş, ayrıca kendi hayatını da tehlikede görerek Alp Arslan'ı öldürtmüştü (Eylül 1114).

Atabeg Lü'lü, Alp Arslan'ın yerine altı yaşındaki kardeşi Sultan-şâh'ı tahta çıkardı. Böylece bir süre için devletin gerçek idarecisi oldu. Ancak kudretli bir melikin yokluğu ve ordusunun sayıca az olması, Haleb Melikliği'ni sadece adı geçen şehri savunmak durumunda bırakmıştı. Lü'lü ise hükümranlığını sürdürebilmek için; Haçlılar, Tuğ-Tegin ve Sultan Muhammed'den destek ve aynı maksatla zaman zaman da Artuklu İlgazî'ye başvuruyordu. Nihâyet 1117 yılında Lü'lü bir yolculuk sırasında beraberindeki Türk müfrezesi tarafından öldürüldü. Daha sonra idareyi başka hadımlar ele geçirdi. Sultan-şâh zâten yaşça küçük olduğundan sadece ismen melikti. Haleb şehri bu iç karışıklıklar sebebiyle Haçlıların yağma ve istilâsından kurtulamayacak bir durumda idi. Artuklu İlgazî 1117'de Haleb'i geçici olarak almıştı. Ertesi yıl sıkıntı içindeki halkın çağrısı ile İlgazî Haleb'e tamamen hâkim oldu. ve Sultan-şâh'ı da hapsetti (1118). Bu suretle Haleb Melikliği, dolayısıyla Suriye Selçuklu Devleti, sona ermiş oluyordu.

Dımaşk (Şam) Selçuklu Melikliği [değiştir]

Tutuş’un ölümünden sonra, oğlu Dukak, Suriye Selçuklularının Dımaşk şubesini kurmuştu. Tutuş’un emrinde bulunan Emîr Tuğtegin, Sultan Berkyaruk’un eline esir düşmüş, sonra serbest bırakılmıştı. Tuğtegin, Dımaşk’a gelerek Dukak’ın hizmetine girdi ve ordu kumandanlığına getirildi. Ayrıca, Dukak’ın annesiyle evlendi ve Savtigin’i ortadan kaldırarak, melikliğin idaresini ele aldı. Dukak, Dımaşk’ı ele geçirmek isteyen ağabeyi, Halep Meliki Rıdvan ile yaptığı mücadelede mağlup olunca, onun hakimiyetini kabul etti.

Melik Dukak, bundan sonra Haçlılarla mücadele etti. Fakat Haçlı kumandanı Raymond’la yaptığı Trablus önündeki savaşı kaybetti (1102). Daha sonra Cenâhüddevle, Rahbe’yi zaptetmek için sefer düzenlediyse de, buranın, Melik Dukak tarafından ele geçirildiğini öğrenince, bölgeden ayrıldı. Cenâhüddevle, Dukak’ın 1104 yılında ölümünden sonra, Atabeg Tuğtegin, önce onun bir yaşındaki oğlu Tutuş adına hutbe okuttu. Daha sonra Dukak’ın on iki yaşındaki kardeşi Ertaş’ı tahta geçirdi. Fakat, Tuğtegin’den korkan Ertaş, Dımaşk’tan kaçtı (1104). Böylece, Suriye Selçuklularının Dımaşk kolu sona erdi ve yerine Tuğtegin ailesi, yani Böriler Hânedân kurdu.


 

Suriye Selçuklu Hükümdarları ve Tahta Geçişleri [değiştir]

Anadolu Selçuklu Devleti

Vikipedi, özgür ansiklopedi
(Anadolu Selçukluları sayfasından yönlendirildi)
Git ve: kullan, ara
Başlığın diğer anlamları için Selçuk sayfasına bakınız.
سلجوقیان روم / Selcūkiyân-ı Rūm
السلاجقة الروم / al-Selācika el-Rūm

Anadolu Selçukluları
Sultanlık
3by2white.svg
 
1077 – 1307 Flag of the Ottoman Sultanate (1299-1453).svg
 
konumu.
Anadolu Selçuklu Devleti (1190)
Başkent Nikaia, İkonyum
Resmi dili Farsça, Türkçe
Dini İslam
Etnik Gruplar Türkmenler ve Rumlar az sayıda da Ermeniler
Yönetim Monarşi
Sultan
 - 1077-1086 Süleyman
 - 1303-1307 II. Mesud
Tarih  
 - Kutalmış'ın iktidarı 1060
 - Kuruluş tarihi 1077
 - Haçlılar'ın Nikaia işgali ve Dorileon Savaşı'nda yenilmesi 1097
 - Miryokefelon Savaşı'nda Bizans'ları yenmesi 1176
 - Keyhüsrev'in Nikaia İmparatorluğunca yenilerek öldürülmesi 1211
 - Kösedağ Savaşı'nda Moğol İmparatorluğunca yenilmesi 1243
 - Yıkılış tarihi 1307
Moğol istilası öncesi

Anadolu Selçuklu Devleti (Arapça: السلاجقة الروم el-Salācika el-Rūm Farsça: سلجوقیان روم Selcūkiyân-i Rūm; Rum Selçukluları), Selçukluların Anadolu’da kurduğu devlettir.

Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan sonra hızlandı. Selçuklu komutanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu’daki fetihleri batıya yayarak 1075'te İznik’i Bizans’tan aldı ve burayı başkent yaparak bağımsızlığını ilan etti.[1] Böylece kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlıların son Anadolu Selçuklu sultanını tahttan indirdikleri 1308'e kadar varlığını sürdürdü.

Bizans'ın sınır komşusu olan Süleyman Şah bir süre sonra bu devletin içişlerine karışmaya başladı. 1078'de Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Anadolu’da ayrı bir devlet kuran I. Süleyman Şah’ın güçlenmesinden kaygı duymaya başladı. 1078'de ordusunu Süleyman Şah'ın üzerine gönderdi.Beklediği zaferi kazanamadı. Süleyman Şah, Bizans'taki taht kavgalarından yararlanarak sınırlarını genişletmeyi bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra I. Süleyman Şah 1082'de Adana ve Tarsus kentleriyle birlikte bütün Kilikya topraklarına sahip oldu. 1084'te de Antakya'yı ele geçirdi.

Kutalmışoğlu Süleyman Şah 1086 yılında Antakya yakınlarında Suriye Selçuklu Devleti Sultanı Tutuş'la yaptığı savaşta yenilerek ölünce, Süleyman Şah'ın iki oğlu I. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah'ın İsfahan'daki sarayına esir olarak gönderilmişti. Böylece Anadolu'da bir otorite boşluğu meydana geldi. Bu döneme Anadolu Selçuklu Devleti'nin Fetret dönemi denilebilir. Bu otorite boşluğundan yararlanan İznik beyi Ebu'l-Kasım Anadolu Selçuklu Devleti'nin yönetimini eline geçirdi. Kardeşi Ebu'l-Gazi Hasan Bey'le birlikte Marmara civarında Bizanslılarla savaşarak devletin sınırlarını genişletmeye başladı.

Anadolu'yu kendisine bağlayamayı uman Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Melikşah, Urfa emiri Bozan'ı Ebu'l-Kasım'ın üzerine yolladı. Emir Bozan İznik'i kuşattıysa da alamadı. Ancak Büyük Selçuklu Devleti'yle savaşmayı göze alamayan Ebu'l-Kasım kardeşini İznik'te bırakarak Melikşah'la anlaşmak üzere İsfahan'a hareket etti. Melikşah Ebu'l-Kasım'la anlaşmayı kabul etmedi. Ebu'l-Kasım İznik'e geri dönerken 1092 yılında yolda yakalanarak idam edildi. Ebu'l-Kasım'ın ölümünden sonra kardeşi Ebu'l-Gazi kısa bir süre daha İznik'i elinde tutmaya devam etti. Ancak Büyük Selçuklu Devleti sultanı Melikşah'ın ölümü üzerine Süleyman Şah'ın iki oğlu I. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan İsfahan'da serbest bırakıldılar. Ebu'l-Gazi İznik'e 1092 yılı sonlarında ulaşan I. Kılıç Arslan'a hiç direnmeden yönetimi devretti. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti'nin yönetimi tekrar Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın hanedanına geri dönmüş oldu.

Konu başlıkları

[gizle]

Tarihi [değiştir]

Selçukluda önemli sultanlar ve olayları

Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah'ın ölümünden sonra I. Kılıç Arslan 1092'de Anadolu Selçuklu tahtına çıktı. I. Kılıç Arslan, İzmir yöresinde gittikçe güçlenen Türk beyi Çaka Bey'i ortadan kaldırdı. Haçlılar karşısında yenilgiye uğrayınca İznik’i terk edip Anadolu içlerine çekilmek zorunda kaldı ve Konya'yı başkent yaptı. 1100'de Danişmendlilere yenilen Haçlılar ertesi yıl Anadolu'ya ikinci bir ordu gönderdiler. Anadolu beylikleriyle birlikte hareket , I. Kılıç Arslan'ın da Elbistan'ı alması iki devlet arasında savaşa yol açtı, artık Büyük Selçuklu tahtını isteyecek kadar güçlenmişti. Bu amaçla 1107'de Büyük Selçuklu yönetimindeki Musul üzerine sefere çıktı. Ama Habur Suyu kıyısında Büyük Selçuklu ordusuna yenildi ve atıyla ırmağı geçerken boğularak öldü. I. Kılıç Arslan‘ ın ölümüyle Anadolu Selçuklu Devleti’nin egemenliği sarsıldı. Anadolu’da üstünlüğü Danişmendliler ele geçirdi.

Anadolu Selçuklu tahtı bir süre boş kaldıktan sonra, I. Kılıç Arslan'ın oğlu Şahin Şah 1110'da başa geçti. Ama kardeşi Rükneddin Mesud onun sultanlığını tanımadı ve Danişmendlilerin desteğiyle iktidarı ele geçirdi. I. Rükneddin Mesud, bir süre Danişmendlilerin denetimi altında kaldı. 1142'de Danişmendli Mehmed Bey’in ölümünün ardından Anadolu Selçuklularının Anadolu'daki üstünlüğünü yeniden kurdu. Bizans ordusunu 1146'da Konya önlerinde yendi. Ertesi yıl II. Haçlı ordusunu Eskişehir yakınlarında bozguna uğrattı.

I. Rükneddin Mesud, geleneğe uyarak ülkesini üç oğlu arasında paylaştırdı ve II. Kılıç Arslan'ı veliaht ilan etti. I. Rükneddin Mesud’un 1155’te ölmesinin ardından oğulları arasında taht kavgaları başladı. Bu sırada Danişmendliler, Bizanslılar, Musul Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi ve Ermeni Derebeyi Toros birleşerek Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı harekete geçtiler. II. Kılıç Arslan devleti ayakta tutabilmek için önce Bizans’la barış yapmanın yollarını aradı ve İstanbul'a giderek bir antlaşma yaptı. Daha sonra, amcası Şahin Şah ile Danişmendlilerin birleşik ordusunu yendi. 1175'te Danişmendlilerin egemenliğine son verdi.

Bir süre sonra II. Kılıç Arslan ile Bizans arasındaki barış bozuldu. Bunun üzerine Bizanslılar büyük bir orduyla Anadolu içlerine girdi. II. Kılıç Arslan 1176'da Sandıklı ile Dinar'ın doğusunda, Miryakefalon Savaşı'nda Bizans ordusunu pusuya düşürdü ve ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu, Türklerin Anadolu’da Bizans karşısında Malazgirt'ten sonraki en büyük zaferdi. Bu yenilginin ardından Bizans, Türkleri Anadolu'dan çıkarma umudunu tümüyle yitirdi.

II. Kılıç Arslan 1186'da ülkesini 11 oğlu arasında paylaştırdı. Ne var ki, daha kendisi hayattayken oğulları arasında veliahtlık mücadelesi başladı. 1192'de II. Kılıç Arslan'ın ölümünden sonra oğullarından I. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıktı. Ama 1196'da tahtını ağabeyi II. Süleyman Şah'a bırakmak zorunda kaldı. II. Süleyman Şah, Erzurum'u alarak Saltuklular'ın varlığına son verdi. 1204'te öldüğünde Anadolu Selçuklu Devleti’ni yeniden eski gücüne ulaştırmıştı....

Son parlak yılları [değiştir]

1097 yılında Avrupa, Batı Anadolu'da Anadolu Selçukluları görülmektedir.

1205’te I. Gıyaseddin Keyhüsrev ikinci kez tahta çıktı. Karadeniz'deki ticaret yollarını kesen Trabzon İmparatorluğu üzerine bir sefer düzenleyerek bu yolu yeniden Türklere açtı. Daha sonra önemli dış ticaret limanı olan Antalya'yı topraklarına kattı. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, sultanın ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırma geleneğine son vererek merkezi yönetimi güçlendirdi. Vilayetleri yönetmekle görevlendirilen şehzadeleri merkezi yönetime bağlı birer vali durumuna getirdi.

I. Gıyaseddin Keyhüsrev 1211'de öldü ve yerine büyük oğlu I. İzzeddin Keykavus tahta çıktı. Önce kendisine karşı ayaklanan kardeşi Alaeddin Keykubad’ı etkisiz hale getiren I. İzzeddin Keykavus, böylece iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra bütün dikkatini Anadolu'da ticaretin canlandırılmasına verdi. Kıbrıs Krallığı’yla bir anlaşma yaparak iki ülke arasındaki ticareti serbest hale getirdi. Kuzey ticaret yolunu açmak için Sinop'u Trabzon İmparatorluğu’ndan aldı. Daha sonra, güney ticaret yolunu engelleyen Ermeni derebeyinin üzerine yürüdü ve Ermenileri yenerek Suriye ticaret yolunu açtı. Böylece Anadolu, ticaret kervanlarının merkezi durumuna geldi.

1220'de Keykavus'un ölünce kardeşi I. Alaeddin Keykubad tahta çıktı. En ünlü Anadolu Selçuklu hükümdarlarından biri olan I. Alaeddin Keykubad, Akdeniz kıyısında önemli bir liman olan Kalonoros'u (bugünkü Alanya) aldı. Kendi adından dolayı daha sonra Alanya olarak anılan bu kentte bir tersane kurdurdu ve kentin kalesini yeniden yaptırdı. Tüccarların karada Ermenilerin, denizde Avrupalı korsanların saldırılarına uğraması üzerine İçel'den Antalya'ya kadar bütün kıyı şeridini topraklarına kattı. Moğolların Anadolu’ya girmesi tehlikesi karşısında 1226'da Eyyubilerle ilişkilerini geliştirdi. Bu arada Trabzon İmparatorluğu’yla ittifak kuran Harzemşahları 1230’da Yassı Çemen Savaşı’nda ağır yenilgiye uğrattı. Moğollara karşı komşu devletlerle bir birlik kuramayan I. Alaeddin Keykubad, 1233’te Moğol kağanının egemenliğini tanımak zorunda kaldı.

Alaeddin Keykubad 1237’de ölünce yerine oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıktı. Ama devletin yönetimi fiilen vezir Sadeddin Köpek'in elindeydi. Moğolların önünden kaçarak Anadolu’ya sığınan göçebe Türkmenler Anadolu Selçuklu ülkesini tam bir kargaşaya sürükledi. Anadolu Selçuklu yönetimi bu kargaşayı önlemek için sert önlemlere başvurunca, Anadolu Selçuklu tarihinin en büyük ayaklanması patlak verdi. Baba İshak'ın önderliğindeki ayaklanmacılar başkent Konya üzerine yürüyünce II. Gıyaseddin Keyhüsrev kenti terk etmek zorunda kaldı. Ama sonunda, 1240’ta ayaklanma kanlı biçimde bastırıldı.

Baba İshak ayaklanmasının Anadolu Selçuklu Devleti’ni iyice zayıflattığını gören Moğollar, “fırsat bu fırsat” deyip Anadolu’yu işgal etmeye karar verdiler. Moğol orduları Doğu Anadolu’ya girerek önce Erzurum’u işgal ettiler. Daha sonra, Selçuklu ordusu ve Moğol ordusu Sivas’ın doğusundaki Kösedağ’da karşı karşıya geldiler. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in komutasındaki Selçuklu ordusu, sayıca fazla olmasına rağmen, yanlış savaş taktikleri yüzünden ağır bir yenilgi aldı.

Moğollar bu zaferden sonra Erzincan, Sivas ve Kayseri gibi kentleri ele geçirdiler ve yağmaladılar. Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev Moğollarla anlaşma yaptı ve her yıl onlara vergi vermeyi kabul etti. Böylece, Anadolu Selçuklu Devleti Moğollara bağlı bir devlet haline geldi.

Kösedağ Savaşı’ndan sonra Moğollar Anadolu’da tam bir baskı kurdular. Koydukları ağır vergiler halkı zor durumda bıraktı. Moğol baskısının yanı sıra, artan Bizans saldırıları, siyasal cinayetler, doğal afetler ve salgın hastalıklar devleti büsbütün sarstı. Anadolu Selçuklu Devleti birkaç kez iki ve üçe bölündü.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin Dağılışı ve Yıkılışı [değiştir]

Moğolların baskısının iyice artması üzerine, Anadolu Selçukluları birkaç başarısız ayaklanma denemesine giriştiler. Hatta, bu ayaklanmalardan birinde Memlüklü Sultanı Baybars’tan yardım istediler. Ordusu ile Anadolu’ya gelen Baybars 1277 yılında Elbistan ovasında Moğolları darmadağın etti. Ancak, Sultan Baybars’ın ülkesine geri dönmesinden sonra, Moğolların intikamı acı oldu. Çok sayıda insanı acımasızca öldürdüler. Bundan sonra Anadolu tamamen Moğol egemenliğine girdi. Anadolu’yu atadıkları valilerle yönettiler. 1308 yılında, son sultan II. Mesud’un ölümünden sonra Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldı.

Devlet yapısı ve ordu [değiştir]

Anadolu Selçuklularında devlet toprakları hanedanın ortak mülküydü. Sultan ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırıyordu ve şehzadeler yönetimleri altındaki bölgelerde yarı bağımsız hareket ediyorlardı. Bu, Anadolu Selçuklu Devleti’ndeki taht kavgalarının ve şehzadelerin ayaklanmalarının önemli nedenlerinden biriydi. I. Gıyaseddin Keyhüsrev bu geleneğe son verdi ve merkezi yapıyı güçlendirdi. Sultan unvanıyla anılan Anadolu Selçuklu hükümdarları devletin ve ordunun başıydı. Merkezi devlet işleri Divan-ı Âli (Büyük Divan) adı verilen bir kurulda görüşülür ve karar bağlanırdı. Bu kurula vezirler başkanlık ederdi. Vezirden sonraki en yüksek devlet görevi, Niyabet-i saltanatlık makamıydı. Bu makama atanan saltanat naibi, yokluğunda sultana vekâlet ederdi. Öbür yüksek devlet görevlilerinden müstevfi, maliye işlerini yürütürdü. Pervane, divanın yaptığı atamalara ve dirliklerin (iktaların) dağıtım işlerine bakardı. Yazışmaları tuğracı yürütür, hukuk işlerine emir-i dâd bakar ve askerlik işleriyle beylerbeyi ilgilenirdi. Askeri davalara ise Kadı-i leşker bakardı.

Vilayetlerin yönetiminden sorumlu kişiye subaşı denirdi. Bir tür vali sayılan subaşı, kentin düzenini sağlar ve bölgedeki askerlere komutanlık ederlerdi. Ayrıca melik denen şehzadelerin yönettiği vilayetler vardı. Melikler doğrudan sultana bağlıydılar ve vilayet merkezinde Büyük Divan’a benzer bir divan kurarlardı. Anadolu Selçukluları, Bizans sınırlarına bir tür sabit öncü kuvvet olarak Türkmen boylarını yerleştirmişlerdi. Bu boyların beyleri sınır bölgelerinde, uçbeyliği denen yarı bağımsız beylikler kurmuşlardı.

Anadolu Selçukluları'nda devletin malı olan topraklar üçe ayrılırdı. Bunlara dirlik, vakıf ve mülk denirdi. Sultan dirlikleri, kendisi için asker besleyip yetiştirmeleri karşılığında Türkmen beylerine ve komutanlarına verirdi. Mülk denen topraklar üstün hizmetlerde bulunanlara gene sultan tarafından verilirdi. Vakıf araziler ise, han, hamam, medrese gibi kurumların giderlerinin karşılanması için ayrılmış topraklardı.

Selçuklu ordusu asıl olarak, beylerinin komutasında savaşa katılan Türkmenlere dayanıyordu. Dirlik sahiplerinin kendilerine verilen topraklarda besledikleri tımarlı sipahiler ve kapıkulu askerleri, savaş zamanında ordunun önemli bir parçasıydı. Tımarlı sipahiler subaşıların buyruğunda savaşa katılırdı. Kapıkulu askerleri, devlet tarafından çocuk yaşta alınıp eğitilen Türkler ve Hıristiyanlardan oluşuyordu.

Toplumsal ve ekonomik yaşam [değiştir]

Anadolu Selçukluları döneminde ülkenin hemen her yerinde imarethaneler vardı. Buralarda yoksul halka, öğrencilere ve yolculara parasız yemek verilirdi. Başlıca eğitim kurumları medreselerdi. Başta Konya, Sivas, Tokat ve Amasya olmak üzere birçok kentte medreseler kurulmuştu. Darüşşifa denen hastaneler daha çok Divriği, Sivas, Tokat, Amasra, Kayseri, Konya ve Kastamonu gibi kent merkezlerinde yoğunlaşmışlardı. Kent ve kasabaları birbirine bağlayan yollar üzerinde han ve kervansaray denen konaklama yerleri vardı. Ulaşım ve ticaretin gelişmesine bağlı olarak bu tür konaklama yerlerinin sayısı gittikçe arttı. Bu kurumların giderleri vakıflarca karşılanırdı.

Anadolu Selçukluları ticarete ve yol güvenliğine büyük önem verdiler. Kervan yollarının güvenliğinin sağlanmasına bağlı olarak Anadolu'da ticaret çok gelişti. Karadeniz ve Akdeniz'deki limanlar önemli birer dış ticaret merkezi durumuna geldi. Ticareti güvence altına alan devlet, karada haydutların, denizde korsanların saldırısına uğrayarak malları yağmalanan tüccarların zararlarını karşılıyordu. Gerek yolculukları sırasında, gerekse kervansaray ve hanlarda konakladıklarında tüccar ve yolcuların güvenliği ve ihtiyaçları sağlanıyordu. Anadolu Selçukluları’nda özellikle dokumacılık çok gelişmişti. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli bölgelerindeki demir, bakır, gümüş gibi madenler işletiliyordu.


Selçuklular Devleti’nde edebiyat ve düşüncede büyük gelişmeler oldu. Necmeddin İshak, Muhiddin Arabi, Sadreddin Konevi, Mevlana Celaleddin Rumi gibi bilgin ve yazarlar yetişti.

Mimari [değiştir]

Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray, imaret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar. Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camisi (1296), Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan en önemli örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç oyma işleriyle süslenen tip camilerin başka örnekleri de vardır.

Anadolu Selçuklu sultanları adına yapılan kervansaraylar "Sultan Han" ya da "Han" olarak adlandırılırdı. Bu dönemdeki dinsel yapılar genellikle küçük boyutlarda olmasına karşın, hanlar çok büyük boyutlu yapılardır. Bir bakıma sultanın ihtişamını yansıtırlar.

Anadolu Selçuklu mimarisinin günümüze kalan en önemli örnekleri arasında, Konya'da Alâeddin Camii, Karatay Medresesi, İnce Minareli Medrese, Niğde'de Alaeddin Camii, Ankara'da Aslanhane Camisi, Kayseri'de Huand Hatun Camii ve Külliyesi, Afyonkarahisar'da Ulucami, Erzurum'da Çifte Minareli Medrese, Sivas'da Gök Medrese, Buruciye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese, Kırşehir'de Melik Gazi Kümbeti,Tercan'da Mama Hatun Türbesi, Ahlat'da Ulu Kümbet ve Çifte Kümbetler ile Nevşehir'de (Tuzköy camii, Kızılkaya camii) ve diğer yapılar (Nevşehir Kalesi v.b.) gösterilebilir.

Kirman Selçuklu Devleti

Vikipedi, özgür ansiklopedi
(Kirman Selçukluları sayfasından yönlendirildi)
Git ve: kullan, ara

Kirman Selçuklu Devleti (Kirman Selçukluları) ( 1092-1187)

Çağrı Bey'in oğlu Kavurd , Selçukluların Kirman kolunun başı idi. İran'ın güney kısmında yer alan Kirman'dan başka Fars, Hürmüz ve Umman'ı da zapt etmiştir. Umman'ın fethi Selçuklularca yapılmış ilk deniz aşırı seferdir.

Daha sonra birkaç kez daha taht için hak talebiyle isyan eden Kavurd Sultan, Melikşah tarafından boğdurulmuştur. Onun yerine geçen oğulları Selçuklulara bağlı kalmışlardır.

Bir ara Gurlular'ın hâkimiyetine giren Kirman Selçuklu Devleti, 1187'de Oğuzlar'dan Dînar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Soyağacı [değiştir]

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Selçuk Bey
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Arslan Yabgu
 
Mikail
 
Musa Yabgu
 
Yusuf İnal
 
Yunus
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kutalmış
 
Çağrı Bey
 
1. Tuğrul Bey
(1037 - 1063)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Süleyman
Rum Selçuk
 
 
2. Alparslan
(1063 - 1072)
 
Kavurd Beg
Kirman Selçuk
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
3. Melikşah
(1072 - 1092)
 
Tutuş
Suriye Selçuk
 
Tekiş
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
5. Berkyaruk
(1094 - 1105)
 
8. Sencer
(1118 - 1157)
 
4. Mahmud
(1092 - 1094)
 
7. Muhammed
(1105 - 1118)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
6. II. Melikşah
(1105)
 
9. II. Mahmud
(1118 - 1131)
 
12. Mesud
(1134 - 1152)
 
15. Süleyman Şah
(1160 - 1161)
 
11. II. Tuğrul Beg
(1132 - 1134)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
13. III. Melikşah
(1161 - 1176)
 
14. II. Muhammed
(1153 - 1160)
 
10. Davud
(1131 - 1132)
 
 
 
 
 
16. Arslan
(1161 - 1176)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
17.III. Tuğrul Beg
(1176 - 1194)

 

Karluklar

Vikipedi, özgür ansiklopedi
(Karluk Devleti sayfasından yönlendirildi)
Git ve: kullan, ara

Karluklar, (Çince: 葛逻禄 veya 葛邏祿; Géluólù, alışılmış sesçil Gelolu, Gelu, Khololo, Khorlo, Harluut) 766 - 1215 yılları arasında, Orta Asya'da varlığını sürdüren Türk boylarıdır. "Karluk" adı Arap kaynaklarında "حارلوق Harluk", Farsça eserlerde "حاللوه Halluh", Çin yıllıklarında ise "Géluólù" biçimlerinde kullanılmıştır.[1] Kadim Türk çağlarında Karluklara "Üç Oğuz" yani "Üçboy" da denilmiştir.[2]

Onoklar soyundan gelen Karluklar Türgiş Devletini bertaraf ederek Batı Türkistanda devlet kurdular. Karluklar Talas Savaşına kadar Karluk Devleti olarak devam etti. Daha sonra Karahanlılara dönüştü.İslamiyeti kabul eden ilk Türk topluluğudur. Divân-ı Lügati't-Türk'te; "قرلق Karluk" "Göçebe Türklerden bir bölük adıdır. Oğuzlardan ayrıdırlar. Oğuzlar gibi Türkmendirler."[3]


Karluk boylarının bilinen Tarihi [değiştir]

Karlukların tarihi [değiştir]

665-682 yılları [değiştir]

Devletin merkezi Balasagun idi. Karluklar bir süre Göktürk Devleti'ne bağlı olarak varlıklarını sürdürdüler. Göktürkler'in dağılmasının ardından Çin'e direndiler ve kendi devletlerini kurdular. Türkçe karlık ( kar yığını ) manasında olan Karluklar 5.yy da Kara-İrtiş ve Tarbağatay bölgesinde yaşamışlardır. Bağımsız olmadan önce devletin başında Kül Erkin denen yöneticiler bulunurdu.

682 Göktürklerle birliktelik [değiştir]

766-840 Karluk devleti [değiştir]

  • Türgişlerin yıkılmasından sonra Batı Türkistan'da bağımsız hakanlık kurdular. (766-840)

Türgeşler'in hakimiyetine son verdiler; onların topraklarını ele geçirdiler. Bu gelişme onları İslam ordularıyla karşı karşıya getirdi. Aynı tarihlerde Çin İmparatorluğu, Müslümanları durdurmak için büyük bir sefer başlatmıştı. Karluklar henüz Müslüman olmamalarına rağmen İslam ordularının yanında yer aldılar. 751 yılındaki Talas Savaşı'nda, Çinli Tang ordusunda savaşırken saf değiştirerek Arap ordusunun zaferine katkıda bulundular. İslam dinini kabul eden ilk Türk topluluğu oldular.

Karahanlıların kuruluşu [değiştir]

İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar’ın kuruluşunda rol oynadılar.Uygurların 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla Uygurlara bağlı yaşayan Karluklar diğer Türk boyları ile birleşerek merkezi Balasagun olmak üzere Batı Türkistanda Karahanlı devleti kuruldu. Devletin ismi kuvvetli “hükümdar” anlamına gelen Karahan ünvanından gelmektedir. Devletin kurulma yıllarında İslamiyet Taşkent ve çevresinde yayılmaktaydı.

Moğol Egemenliği ve Beylik yılları [değiştir]

Devlet düzenini yıkan Moğollar sebebiyle, beylik düzeninde 1300'lü yıllara kadar gelebildiler. Karluklar, bir Türk boyudur. Cengiz Han'ın ordusunda görev almışlardır. Bugün Özbeklerin atalarından biri de Karluklar'dır. [kaynak belirtilmeli]Direnişçi bir Türk boyudur.II. Arslan Han zamanında Cengiz Han'ın egemenliğini tanımışlardır.Cengiz'e itaat eden ilk Müslüman hükümdar olup, 1221'de ölen bu Karluk hanı'nın oğluna da, Özkent şehri verilmişti. Cengiz zamanı Moğol devleti idaresinde vazife almış Karluklar görülmektedir.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bugün 5 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol